Akşamları daha geç yatmaya başladım. Pilimin bitme süresi uzadı. Bir ay öncesine kadar saatin 12 olduğunu göremiyordum bile. 10.30, 11'de pert oluyordum. Hemen hemen 1,5 yıldır böyleydi. Şimdi ne fark etti bilmiyorum. Ali Osman yine az uyuyor, yine çok sık uyanıyor, yine erken kalkıyor, üstelik çok daha fazla yoruyor, bir aydır yürüyor, tırmanıyor, karıştırıyor, peşinde koşturuyor. Erken büyüyen bir çocuk, daha 10 aylık ve şimdiden canıma okuyor. Gündüz 1-1,5 saat uykuyla hiç durmadan nasıl dayanıyor aklım ermiyor.
Yine yaptım. Başka bir şeyden bahsedecekken oğluşumda takılı kaldım. Hep mevzularım ona bağlanıyor. Taze annelik olsa gerek, işim gücüm, aklım fikrim Ali Osman. Biraz fazla anne oldum ben. Fazla ilgili, fazla düşkün, fazla sevgili. Elbette tüm anneler ilgili, sevgili de, kendimi etrafımla kıyaslayarak düşünüyorum bunu. Ben biraz buldumcuk oldum sanırım. Yeğenim falan da yok, ilk gördüğüm bebek benimki. Ama sevilmeyecek gibi de değil hani. Çok oyunbaz, çok mimikli, çok güzel kendini ifade eden bir çocuk. Herkese yüz vermez ama bize sevgisini çok belli ediyor. Ben de sevildiğini anlasın diye hep belli ediyorum sevgimi. Bu yıllarını ilerde hatırlamayacak, bari bilinçaltına kazınsın istiyorum onu çok sevdiğimiz. Hem özgüveni de yüksek olur böylece. Yeter ki aşırıya kaçan bağımlı sevgilere dönüşmesin, yoksa bir zarar gelmez sevgiden.
Sevgisiyle boğan ya da şımarık bir çocuk ortaya çıkaran bir anne olmak istemiyorum. Ama belki de belli bir doyuma ulaşmak gerekiyor. O bal suratlıyı yiyip yiyip bir rahatlamak, sonra da "heh tamam" demek gerekiyor. Ama mümkün mü bilmiyorum. Annelik garip bir şey. Sürekli annesin işte. Sürekli canının bir parçasıyla berabersin. Gerçi anne olunca "Ben anayım!" diye ortalara atmıyorsun kendini aslında. Öyle her an ağır bir sorumluluk altında ezilinmiyor. Ya da kendini bambaşka biri olmuş gibi hissetmiyorsun. Biraz evcilik oynar gibi. Hele ilk zamanlar eskilerin sanal bebekleri gibi, besle, gazını çıkar, altını değiştir, uyut. Sadece bu 4 görev. Zaman ilerledikçe de bu görevler dallanıyor biraz. Ona özel yemekler hazırla, yeni şeyler öğrenmesini sağla, kurallar koy, oyunlar oyna, dışarı çıkar, gezdir, yıka (bu görev babasının, özellikle belirtme ihtiyacı duydum ;) ), pakla. Böyle sayınca zor gibi görünüyor ama doğal akışında öyle değil. Oluveriyor hepsi, hem de diğer ev işleriyle beraber.
Tek bir mesele var; rahat olmak. İşte ben biraz orda tökezliyorum. Çünkü her şey olsun diye uğraşırken stres yapabiliyorum. Doğru olanı yapma endişesi yaşıyorum. İlk 3 yaş çok önemli çocuk gelişiminde (Ne ilginç değil mi, kimse o ilk 3 yaşını hatırlamaz ama kişiliği gelişir o dönemde), yanlış bir şey girmesin bilinçaltına diye diye kasıyorum biraz. Bunu çözmem lazım. Her şey mükemmel olmak zorunda değil (olamıyor da zaten), kimse madalya takmıyor, ben de aciz bir kulum, robot değilim, melek değilim.... diyorum da anlatamıyorum şimdilik. Umarım kolay yoldan anlarım. Çünkü çocukla imtihan çok zor, Allah korusun.
Ben aslında dış dünyadan bahsedecektim ama içerde çok şey birikmiş sevgili okur, biraz sabrediver bu hallerime. Elbet başka şeylerden de yazabileceğim. Biraz müsade sadece.
PERVANE
Yanmak Pahasına...
6 Temmuz 2012 Cuma
26 Haziran 2012 Salı
Evlilik, Annelik ve Geriye Kalan Sen (Kalırsa..)
Evlendim ve çocuğum oldu. Evet, doğru okudunuz. Böyle de çattadanak yazdım gitti, başkası aklıma gelmedi. Malum iki yıldır tek satır yazmıyordum, yolyordamı unutmuşum. Ama yazmamamın geçerli sebepleri vardı, hatta en geçerli sebeplerin ikisi bendeydi: evlilik ve çocuk.
Bir anda nasıl da değişiverdi hayatım. Zaten 2010 senesi olaylar olaylar dolu bir sene olmuştu benim için. Astrologlar ne beyanlarda bulunmuşlardı bilmiyorum ama ben o yılı benim yılım seçiyorum, her bakımdan. Sene başında babamı kaybettim, ortasında evlendim, sonunda hamileydim. Daha ne olsun. Bir ucu ölüm, bir ucu hayat olan duygular kumkuması bir yıl.
İnsanı ölümün aksine hayata bağlayan yegâne iki şeyle ben de bağlandım epeyce, aynı zamanda da koptum. Annelik dedikleri, epey vakit alan, mesaisiz 7/24 iş başında bırakan meslek. Ne uyku var, ne boş vakit. Aslında şikayetim yok, evlilikten de annelikten de daha çok keyif almaya bakıyorum. Mutluluğu önceleyen biri olarak, ikisinin de tadını çıkarmaya çalışıyorum. Fakat benim de kusurum, çok sevgili bir arkadaşımın tesbitiyle, ilgilendiğim işe fazla odaklanıp, dışında kalan her şeyden uzaklaşmak. Bu da iyi değil, çünkü bir yerde ipin ucu kaçıyor ve kendime ayırmam gereken zamandan çalıyorum.
İşte tam da bu yüzden yazmaya başladım tekrar, kendim için bir şeyler yapmalıydım. Şu iki yılı bir toparlayayım dedim.
Başlarda her şey güllük gülistanlık, canım cicim, coştu içim. Sonrası gene öyle, de, çocuktan sonra bir dur diyorlar adama. Ahanda "dünya evi" dedikleri! O ne demek ki diye düşünürdüm hep. Şimdi anlıyorum ki, insanın bir evi, eşi, hele de çocuğu olunca dünyaya bağlılığı artıyor, kazık aramaya başlıyorsun müsait bir yere çakmak için. Ondan önce ölmek hiç sorun değildi benim için mesela. Bir tane canım var, verdim gitti, helal ü hoş olsun, der geçerim, derdim. Şimdiyse biraz yutkunuyorum, şu çocuğu bi göreydim büyümüşken oluyorum. Kim bakar derdim yok, an itibariyle de Allah bakıp gözetiyor zaten. Ama ben de seyredeyim istiyorum. Kendi sağlığımla bile çocuk için ilgileniyorum. Ben iyi olmalıyım ki, ona da iyi anne olabileyim diye düşünüyorum.
Elhasıl, değişik bir şeymiş özellikle annelik. Evliliğin çok bir karmaşası yok, iyilik yap iyilik bul. Annelikse mübarek o kadar komplike bir durum ki, çözmeye çalışsan daha da karışıyor, akışına bıraksan için rahat etmiyor. En iyi anne ben olmalıyım diye bir haller içinde buluyorsun kendini, sonra bunun kulağa bile saçma geldiğini anlayıp doğal ama bilgili olmayı seçiyorsun. Böyle böyle iki ileri bir geri, ama keyifli, geçip gidiyor günler.
Şimdi ben de anne blogu yazarı olurmuşum. Bebek bakımı, annelik duygusallıkları dökülürmüş satırlarımdan. Temayı da ona göre ayarlarmışım falan.. Yok, o kadar değil ama anlatmak istediklerim var. Nasıl tatlı bir yaratıkla aynı evi paylaştığımdan bahsedebilirim mesela. Ama başka yazılarda..
Haydi bakalım, hoşgeldim tekrar...
Bir anda nasıl da değişiverdi hayatım. Zaten 2010 senesi olaylar olaylar dolu bir sene olmuştu benim için. Astrologlar ne beyanlarda bulunmuşlardı bilmiyorum ama ben o yılı benim yılım seçiyorum, her bakımdan. Sene başında babamı kaybettim, ortasında evlendim, sonunda hamileydim. Daha ne olsun. Bir ucu ölüm, bir ucu hayat olan duygular kumkuması bir yıl.
İnsanı ölümün aksine hayata bağlayan yegâne iki şeyle ben de bağlandım epeyce, aynı zamanda da koptum. Annelik dedikleri, epey vakit alan, mesaisiz 7/24 iş başında bırakan meslek. Ne uyku var, ne boş vakit. Aslında şikayetim yok, evlilikten de annelikten de daha çok keyif almaya bakıyorum. Mutluluğu önceleyen biri olarak, ikisinin de tadını çıkarmaya çalışıyorum. Fakat benim de kusurum, çok sevgili bir arkadaşımın tesbitiyle, ilgilendiğim işe fazla odaklanıp, dışında kalan her şeyden uzaklaşmak. Bu da iyi değil, çünkü bir yerde ipin ucu kaçıyor ve kendime ayırmam gereken zamandan çalıyorum.
İşte tam da bu yüzden yazmaya başladım tekrar, kendim için bir şeyler yapmalıydım. Şu iki yılı bir toparlayayım dedim.
Başlarda her şey güllük gülistanlık, canım cicim, coştu içim. Sonrası gene öyle, de, çocuktan sonra bir dur diyorlar adama. Ahanda "dünya evi" dedikleri! O ne demek ki diye düşünürdüm hep. Şimdi anlıyorum ki, insanın bir evi, eşi, hele de çocuğu olunca dünyaya bağlılığı artıyor, kazık aramaya başlıyorsun müsait bir yere çakmak için. Ondan önce ölmek hiç sorun değildi benim için mesela. Bir tane canım var, verdim gitti, helal ü hoş olsun, der geçerim, derdim. Şimdiyse biraz yutkunuyorum, şu çocuğu bi göreydim büyümüşken oluyorum. Kim bakar derdim yok, an itibariyle de Allah bakıp gözetiyor zaten. Ama ben de seyredeyim istiyorum. Kendi sağlığımla bile çocuk için ilgileniyorum. Ben iyi olmalıyım ki, ona da iyi anne olabileyim diye düşünüyorum.
Elhasıl, değişik bir şeymiş özellikle annelik. Evliliğin çok bir karmaşası yok, iyilik yap iyilik bul. Annelikse mübarek o kadar komplike bir durum ki, çözmeye çalışsan daha da karışıyor, akışına bıraksan için rahat etmiyor. En iyi anne ben olmalıyım diye bir haller içinde buluyorsun kendini, sonra bunun kulağa bile saçma geldiğini anlayıp doğal ama bilgili olmayı seçiyorsun. Böyle böyle iki ileri bir geri, ama keyifli, geçip gidiyor günler.
Şimdi ben de anne blogu yazarı olurmuşum. Bebek bakımı, annelik duygusallıkları dökülürmüş satırlarımdan. Temayı da ona göre ayarlarmışım falan.. Yok, o kadar değil ama anlatmak istediklerim var. Nasıl tatlı bir yaratıkla aynı evi paylaştığımdan bahsedebilirim mesela. Ama başka yazılarda..
Haydi bakalım, hoşgeldim tekrar...
18 Nisan 2010 Pazar
Yeni Kayıt
Yeni bir şeyler yazmalıyım. Sırf yazmış olmak için yazıyorum şu an, saat sabahın 3'ü (hep böyle bir cümle kurmak istemiştim, ehe, kısmet..), aklım bomboştu, içinden blog geçti, dedim iki harf tıkırdatayım şenlik olsun...
İyiyim blog, nasıl olayım. Bak senle de senli-benli olmuşuz, o kadar mı yalnızım, yoo aslında.
Buraya babamla ilgili geçen sefer aklıma gelmemiş bir sürü şey yazmak isterim, lakin emin değilim. Ben hep etrafa yansıtmayanlar grubundan oldum, içimde oldu bitti çoğu zaman. Bu durumun da %30-40 yansımasını gördü etrafımdaki insanlar ve zaman da geçti biraz, şimdi yeni şeyler söyleyeyim diyorum. Ki zor, cidden zor ama o da olacak bir gün biliyorum.
Bu aralar bi de nasihat veresim var ele güne. Hoş benim neyime de, hani acım büyük ya, geçeyim baş köşeye, "Aman canlar!...." diyeyim, falan. Hiç de sevmem nasihatın iki tarafında olmayı da.
Ama şunu söyleyeceğim, az önce dedim ya ben etrafa yansıtmam diye, siz öyle yapmayın. Çok ciddiyim, yansıtın derdinizi de kederinizi de. Suyunu çıkarmadan tabi. Çünkü insanlar sizi anlamıyorlar başka türlü; derdinizi önemsemediğinizi zannediyorlar ya da çok güçlü olduğunuzu sanıp sizinle ilgilenme, empati kurma, sizi anlamaya çalışma gibi zahmetlere girmiyorlar. Siz içinizde yaşadıkça, gün olup an gelip de duygunuzu dışarı çıkarma hakkınızı da kaybediyorsunuz benden söylemesi. Kendim yaşadım da ordan biliyorum. Ben beceremiyorum siz yapmayın bari. Özünde insan desteğe muhtaç çünkü, kendi farkında olmasa bile (bu da ben oluyorum), bir zaman geliyor idrak ediveriyor bu gerçeği.
Evet nasihat bölümüm de böyleydi, elime sağlık.
Canım söylemek istedi, söyledim.
Peki.
Kaydı yayınla.
İyiyim blog, nasıl olayım. Bak senle de senli-benli olmuşuz, o kadar mı yalnızım, yoo aslında.
Buraya babamla ilgili geçen sefer aklıma gelmemiş bir sürü şey yazmak isterim, lakin emin değilim. Ben hep etrafa yansıtmayanlar grubundan oldum, içimde oldu bitti çoğu zaman. Bu durumun da %30-40 yansımasını gördü etrafımdaki insanlar ve zaman da geçti biraz, şimdi yeni şeyler söyleyeyim diyorum. Ki zor, cidden zor ama o da olacak bir gün biliyorum.
Bu aralar bi de nasihat veresim var ele güne. Hoş benim neyime de, hani acım büyük ya, geçeyim baş köşeye, "Aman canlar!...." diyeyim, falan. Hiç de sevmem nasihatın iki tarafında olmayı da.
Ama şunu söyleyeceğim, az önce dedim ya ben etrafa yansıtmam diye, siz öyle yapmayın. Çok ciddiyim, yansıtın derdinizi de kederinizi de. Suyunu çıkarmadan tabi. Çünkü insanlar sizi anlamıyorlar başka türlü; derdinizi önemsemediğinizi zannediyorlar ya da çok güçlü olduğunuzu sanıp sizinle ilgilenme, empati kurma, sizi anlamaya çalışma gibi zahmetlere girmiyorlar. Siz içinizde yaşadıkça, gün olup an gelip de duygunuzu dışarı çıkarma hakkınızı da kaybediyorsunuz benden söylemesi. Kendim yaşadım da ordan biliyorum. Ben beceremiyorum siz yapmayın bari. Özünde insan desteğe muhtaç çünkü, kendi farkında olmasa bile (bu da ben oluyorum), bir zaman geliyor idrak ediveriyor bu gerçeği.
Evet nasihat bölümüm de böyleydi, elime sağlık.
Canım söylemek istedi, söyledim.
Peki.
Kaydı yayınla.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)