23 Ağustos 2009 Pazar

Bu yazının hepsini okuyana plaket verilmeli bence

“Bir mim olayı vardı, noldu ki ona?” demeye kalmadı mimlendim. Mimin dönüşü muhteşem oldu, hem Böcük’ten geldi, hem de 100 maddede kendimi anlatmamı istedi. Evvela Böcük’e tenk yu veri maçlarımı iletiyorum. Mimlenince mimlerden soğuduğumu farketmiş olmakla beraber Böcük’ü kıracağıma sayfamı kapatırım daha iyi diye biraz mübalaaaalı şekilde olaya yaklaşmış bulunuyorum.

Böcük 50 madde yazmış o bile çok bana. Hem kim okur 100 maddeyi anacım?Kısa ve öz geçerim şimdi ben bunu, sizi de yormam fena mı? Hem şurda iki paralık bir gizemimiz varsa onu da çöpe mi atalım yani? O kadar bilmeyin beni. Ya da şöyle diyelim klasik söylemle; beni bilen bilir, bilmeyen kendi bilir :)

1. Yaştan başlamayı istemezdim ama tam olarak 24 yıl 2 ay 14 gün tükettim şu dünyada. Kime ne faydası oldu Allah bilir.
2. Selvi boylu dal gibiyim, bundan da hiç bir fayda görmediğimi söylemek zorundayım. 1.77 ile ülke nüfusunun 2/3’sinden uzun olmanın bir getirisi yok sayılır. He, dolapların üst rafları konusuna girmiyorum tabi.
3. Kişisel Gelişim’le ilgileniyorum, internasyonel sertifika koleksiyonu yapma amacı güdüyorum, arada insanlara terapi yaparak eğleniyorum. Kişisel Gelişim kitaplarını ise tasvip etmiyorum. Kendim yazarsam onu okursunuz :P


4. İstanbul’da yaşamak beni mutlu ediyor, bir daha doğsam yine İstanbul derim.
5. İstanbul’da en sevdiğim yerler Fatih, Beşiktaş, Florya, Çengelköy civarları ve kendi oturduğum semt. En nefret ettiğim tek yer Kadıköy. Kadıköy’e gitmek midemi bulandırır, başımı ağrıtır, ruhumu daraltır.
6. Aşırı deniz tutkum var. Çocukluğumdan beri deniz manzaralı ev hayali kuruyorum. Denize girmektense seyri beni mesteder.

7. İlk okuduğum şey gazeteydi. Orta okulda kendi gazetemi almaya başladım. Gazete okuyan insanları severim.
9. 5 yıldır kola içmiyorum. Toplasam ve ortalamaya döksem yılda 1 kez yarım bardak asitli içeçek içerim. O da Çamlıca gazoz olur.
10. Yemekle aram yoktur. Aklıma yemek yemek çoğu zaman gelmez. Midem ağrınca yemek yemediğimi hatırlarım. Ama hiçbir yemek arasında ayrım yapmam, sevmediğim bir şey yoktur.

11. Hasta olmam (çok şükür). Senede bir, bazen 2 senede bir grip olurum, hiç yatmam, ayakta geçiririm.
12. Kendimi şartlayınca sıcak elimi yakmaz, bunu nasıl becerdim bilmiyorum.
13. Moralim bozulunca direkt uykum gelir. Uzun bir hikayesi var, kısacası canım sıkılınca dakkasına gözlerim kapanır.

14. Hızlı araba kullanırım. Bazen saf gibi kendimi korkuturum.
15. Örgü örmek, çizgi film seyretmek, türk filmleri ve müzik beni rahatlatır. Winnie the pooh’u hâla izlerim, Snoopy (Charlie Brown :) ) ve Simpsons’a bayılırım.
16. Yerli dizi takip etmem. Bir dizinin 10 dakikasını veya sadece reklamını izleyince bütün mevzuyu anlarım ki bence her Türk bunu yapar, dizilerin basitliği gereği. The Closer, E.R., South Park’ı severim. Rastlarsam izlerim. Rastlamaya çalışmam.
17. Laptop bir uzvum gibidir. Cep telefonundan nefret ederim. Çoğu zaman ilgilenmem, kendi kendine şarjı biter, üç gün sonra şarj ederim.
18. Msn, Facebook, Twiter vb. sevmem, kullanmam (ama hesabım vardır niyeyse). Herkesin yaptığı şeylerden kasıtsız olarak uzak dururum, sıkılırım.

19. Evcil hayvan besleyemem ama beslemişliğim vardır, pişmanım ve beslenmesine de karşıyım, bencillik ve sadistlik olarak değerlendiririm.
20. En sevdiğim koku kavun kokusudur, en sevdiğim tat elma suyu, en sevdiğim renk yeşil.
21. Hep spor giyinmeyi istemişimdir ama bir şekilde olmamıştır.
22. Takı olarak yüzükten vazgeçmem. Benim takım mutlaka gümüş ve gerçek olmalıdır, imitasyon şeyler sevmem. Ama arada kullanırım. Kol saatimi iki yıl çıkarmamışlığım vardır.

23. Pazar gününü sevmem, erken yatmam gerekir. Cumartesi iyidir.
24. Yaz aylarını sevmem, ilk ve son bahar gözdemdir. Her gün yağmur yağsa sıkılmam.
25. 12 ay yorganla yatıyorum. Kendimi Snoopy’deki battaniyeli çocuğa benzetiyorum.
26. Robin Williams’la tanışmak istiyorum.

27. Artık çalmadığım bir gitarım ve bendirim var.
28. Kurşun kalem beni en çok mutlu eden şeylerden. Kendimi ödüllendirmek istediğimde kurşun kalem alıyorum. Kendimi cezalandıracaksam da kırtasiyeye gidip kalem almadan çıkıyorum.
29. Arada Stabilo’nun sitesine girip kalemleri seyredecek kadar kalem hastasıyım.


30. Bazı geceler uyanıp deftere bir şeyler yazıp geri yatıyorum. İlhamın ne zaman geleceği belli olmuyor :)
31. Aynı zamanda 3 kitap okurum. Birinden sıkılıp diğerine, sonra diğerine, sonra ilkine dönerim, hiç kafam karışmaz.
32. Kitap ve defter arasında çiçek kurutmayı çok saçma, amaçsız, gereksiz, kızsı bulurum.
33. Tartışmaktan sıkılmam, hazırcevapımdır. Ama bunun yanında insanlarla önemli bir şey konuştuktan sonra hep “Şunu da demeliydim, neden demedim!” diye en önemli cümleler hep sonradan aklıma gelir, kendime sinir olurum.
34. Gerçekten sevmediğim insanların yüzlerine ve gözlerine kendimi yırtsam, parçalasam bakamam. İnsan sevmemeyi hata olarak algıladığım için sanırım, gözlerine bakınca onları sevmediğimi anlayacaklarını zannederim. Şu an gerçekten sevmediğim ve ona karşı kendimi düzeltemediğim 1 kişi var.
35. Şu an bu mimden çok sıkıldım ve boş bir iş gibi geldi, o yüzden kendimi tebrik edip bitiriyorum.

İnsan kendini anlatmayı seven bir yaratık olsa da, bir yere kadar. Sıkılgan yapıma yenik düştü bu mim.
Önceden de söylemiştim, bu kendini anlatma çabası bana gereksiz geliyor. 35 madde çok bile bence. Ha yazdıkça yazasın geliyor, bıraksam 500 madde de çıkar da faydasına inanamayınca yazıya da dökülmüyor.

He bir de diyebilirim ki, çocukken, yani ergenken, yani 10 sene önce falan, tüm hayatı anladığımı sanırdım ve kişiliğimi bulduğumu. Oysa anladım ki hayatı anlamak herkese nasib olan bir şey değil ve kişilik öyle buldum deyince sabitleşen bir şey değil. İnsan sürekli değişmeye mahkum. Yıllar sonra bu maddelerden geriye kaçı kalacak merak ediyorum.

Bu mübarek mimi, Elalemin Akıllısı'na yolluyorum. Pek mim yazdığını görmedim ama yazmak isterse buyursun, istemezse paşa gönlü bilir :)

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yaşasın! Ramazan!

Ramazan’ı ayrı seviyorum. Ne ulvî ve ne insanî bir aydır, ne lutuftur Allah’ım.

Bana göre ruhî detox olan Ramazan’ı dört gözle bekliyordum, şükür kavuşturana. İnsan fıtratı gereği, nefis tabiatı gereği aç kalınca terbiye oluyor, mânen yükseliyor, yontuluyor bir nevi. Yıl boyu çıkan dikenlerimi törpülemeni umuyorum Ramazan.

Yaz sıcağıyla problemim yok, ne yapalım önümüzdeki yıllar böyle. Sızlanmak ve keçi yolları aramak bize yakışmaz. Yakışan zaten başlamış dırdır etmeye. Kısa yoldan ‘tutma kardeşim’ demeli bunlara, da diyen yok tabi. Dırdır edenlere de bakınca, zaten konuşanlar tutmayanlar. İşin farkında olanlar oruçla iştigal ediyor. Aklıma Peygamber –sas-‘in karnına taş bağlaması geliyor. 30 yarım gün aç kalmışız çok mudur?

Bir yandan da 1 aylık dindarlık gösterisine hoş gelmiş bulunuyoruz. Aman olsun bir ay bir aydır, bakarsın faydasını görürler günün birinde. Hepsini sevesim var. Herkes dilediğince geçirsin bu ayı. Riyakârlara da, salihlere de hayırlı Ramazanlar.

Huzuru kendinden menkul Ramazan, hoş geldin, şeref verdin...

18 Ağustos 2009 Salı

fobik reaksiyon

Çok enteresan yeni bir fobimi keşfettim. Daha doğrusu çocukluğumdan kalıp bende küçük çaplı travma etkisi yaratan bir mevzu gün ışığına çıktı ve bu kez yakalandı.

Ben 7 yaşımdayken bir gün bir gün bütün çocuklar bir evde toplandık. En küçükleri bendim bunların. O büyük çocuklar da her şeye merak salma, sadistleşme, korkutmaca oynama dönemlerindeydiler.

Akşam oldu biz bir odaya kapandık, bunlar açtılar bir kitap başladılar karanlıkta okumaya. Karanlıkta nasıl mı okudular, şu basınca kırmızı küçük ışık çıkaran anahtarlıklarla. Okudukları kitap da kıyamet alametlerini anlatıyor. Bunlar bir okuyup bir bağırıyorlar, ben de doğuştan var olan soğukkanlılığımla dinliyorum ama korkudan gebermeye de başlıyorum ufaktan. Sur’a üflenince insanlar camlardan dışarı bakar bakmaz gözleri akacakmış ve daha neler neler.. Hangi kitapsa o, hâlâ bulabilmiş değilim.

Daha fazla dayanamayıp annemin yanına gittim. Ve o gece resmen ve alenen hallüsinasyon gördüm. Arkamda beyaz kefenli iki insan görmüştüm evde.
Eh gayet tahmin edilesi şekilde bir daha karanlıkta uyuyadım, 7 yıl süresince. Sonra Felak-Nas dualarının okunması gerektiğini öğrendiğim gün karanlık fobim sona erdi. İşte duanın terapi gücü.

Fakaaaat... geçen gün bir ortamda yine kıyametle ilgili enteresan şeylerden bahsedildi. Benim de zevzekliğim tuttu, benim hesaplarıma göre daha vakti değil, çeyizlerim boşuna mı bekliyor hem falan. Daha bi dolu şey.

Benn gece bir kâbus görmüşümm. Amanın da amanınn... Korku filmleri halt etmiş yanında. Bir kıyamet sahnesiydi, burda anlatmaya mecalim yetmez. Bir gümbürtüydü ki of of. Sonra da ben bir uyandım, gecenin 4’ü. Daha da uyuyamadım, ömrümde bu kadar korktuğum bir elin parmaklarını geçmez.

İnanılmaz korktum ya dehşet bir şey. İnsan ne kadar aciz bir yaratık. Normalde fobim falan yoktur ama bir rüyayla iş nasıl bitiyor.

Sonra düşününce anladım ki o 7 yaşımdaki şeyi ben derinlere hapsetmişim, o hep orda durmuş meğer. Tekrar gündeme gelince de hortladı böyle. Bende acaip bir kıyamet fobisi var. Yalnız kendime terapi yapmayı düşünmüyorum. Herhalde kıyametten korkmak çok anormal olmasa gerek. Hem adam olmaya itici bir yönü de var. Böyle kalmasına karar verdim. Ama o kâbustan bir tane daha kesinlikle istemiyorum, burda anlaşalım lütfen alt beyincim.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

kısa bir hüzünden sonra...

Gün itibariyle blogumu rüyamda görmüş oldum. Hem de aklımdan en ufak köşesi geçmezken. Sayın Seyircilerim beni terk etmişler rüyamda, yazmıyorum diye herkescikler beni listelerinden çıkarmış.

E şimdi ben napayım Sevgili okur, ya da okumaz? Kimseye nazımız geçmiyormuş rüya âleminde, hemencik unutulmuşum, benim neme gerek öyle okuyucu?

Yine de yazayım dedim bir kaç kelam. Adımız yürüsün ufaktan ufaktan. Hâlâ beni okuyan bir avuç dostum kaldıysa ömrümün son baharında diyerekten.

Görüşmeyeli görüşmeye pek niyet etmedim açıkçası. İnsanın her şeye hevesi bir anda nasıl yok oluyormuş anladım. Gerçi sonra toparladık geçti, insan her hâle girmeye müsait bir varlık ne de olsa. Sıkıntı da olur ferahlık da. Biz var gücümüzle dua ediyoruz babama, kanserini yenemeyecek bile olsa, iyilikle hayırlısı olduğu kadar aramızda kalsın diye.

Biliyor musun okuyucu, hastalıkla aram iyi olmuştur hep benim. Senede bir kere ancak hasta olduğum için olabilir tabi :) ama kulu Allah’a ciddi yaklaştıran bir şey. Acayip acizsin ve O’na sığınmaktan başka yapacak bir şeyin yok. İsyan da etmezsen acayip mükafatları var. Valla hastalık imtihanı bana daha değerli hissettiriyor, iletişim kanalları açılıyor sanki.

Bir de dostlar eleğin üstünde kalıyor ya, o da süper bir ayıklama sistemi. Ve çok şükür bizim o kadar çok dostumuz var ki, ağırladığımız misafirin ziyaretçinin haddi hesabı yok. Yalnız olmadığını bilmek çok güzel.

Bunun dışında ben yine elimde büyüteçle insanlar arasında gezip inceleme turlarındayım. Ne çok çeşit insan var şu gözünü sevdiğim dünyada. Misal; kimileri başkalarıyla tanışır tanışmaz senli-benli konuşmaya başlarlar. Sanki uzun zamandır tanışıyormuş gibi, ya da yaşça küçük olanların büyüklerle fazla yakınlığı olmadığı halde senli-benli konuşanları da mevcut. Yoo eleştirmiyorum, mümkündür. Sıcakkanlı bir milletin evladlarıyız nasılsa. Geçenlerde öyle bir kızla tanıştım da ordan geldi bu düşünceler.

Bir de beş dakikalık sohbetten sonra hayatının ayrıntılarını anlatanlar var. Daha karşısındakini tekrar görüp görmeyeceği bile belli değil ama sanki dersin kapı komşusu, lisede sıra arkadaşı falan. Yooo, onu da eleştirmiyorum.

Ancak gelgelelim (bu kelimeyi de hiç sevmem), bende doğuştan bir resmiyet var. İngiliz soyundan da gelmiyorum oysa ki ama görsen kraliyet ailesinin kaçırılmış çocuğu benim sanırsın. Kasıtlı yapmıyor olsam da yakın akraba ve komşularımız hariç her büyük insanla sizli konuşurum, sokakta, alış-verişte asla kimseye sen diye hitap etmem, hatta ilk tanıştığım insanlarla da bazen akranım bile olsa sizli konuşurum, öyle bir protokol edasıdır gider. Yani al beni şimdi first lady yap, hiç sırıtmaz üstümde :) şu anki sırıtmamı saymazsak tabi.

İşin sonunda ise şöyle bir durum var, bana kimse kolay kolay yaklaşamaz, soğuk nevale olduğumu düşünürler, hatta duyduğuma göre benden tırsanlar varmış iş ortamında. Diğer tür insanlarsa herkesin yakın arkadaşı, sevgi kelebeğidir. Ben sadece kibar olarak kalırım, onlar canayakındır, sıcacıktır.

Hmm bi an buzdolabı gibi hissettim kendimi. Fakat unutmamalı, ben bir İkizler olarak, şimdi bahsettiğimin tam tersiyim de aynı zamanda, her türlü istidadım mevcut. Hehe yaşasın ben :)