
Öyle çelikten yapılmışım, öyle demirden güçlüymüşüm.
Kırık aynalarım vardır benim, renkleri solmuş bir odam, içinde güller kuruttuğum kitaplarım, kenarı yırtık perdeleri vardır içimin penceresinin.
Hep bulutludur bizim oralar, her an yağacaklı. Çift yüzlüdür mahallem, önü ilkbahar, arkası karakış… Yüzümde limon çiçekleri açar, içimde kardelenler solar.. Kimse de bilmez, kimse de görmez, kimse de sormaz.
Ben bir oyuncuyum. Figüranın dip köşesi, dublörün harcanmışı. Keşfedilmeyecek bir yeteneğim, kimse duymayacak titreyen nağmeli sesimi…
Suskunluklarımı birbirine eklesem Kaf dağının yollarına çarşaf çarşaf sersem..
Falan filan falan filan diye gider bu yazı. Nan ne kolaymış be böyle yazmak. Hangi bilogu açsam böyle cümleler var :D Dur dedim bi de ben yazayım bakalım nolcek :) Valla iki dakikanın altında düşünmeden yazdım bunlar çıktı. Bırakın bu ayakları millet, artık yutmam ağlamaklı yazılarınızı. Aha ben de yazdım oldu. Bence gayet de oldu!!
Sevgili okur ilk paragrafın hepsi sallama he, inanma sakın. Biri bile ben değilim. Ne öyle içimin volkanları infilak ediyor ayakları..
Bak biraz anlatayım esas benden, merak etmişsindir belki…
Şimdiye kadar beni iki kişi çözdü hayatımda, ikisine de zorluk çıkarmadım kabiliyetlerini görünce.
Dıştan bakınca kafa karıştırıcıyımdır. Hakkımda ciddi mi eğlenceli mi diyecekleri konusunda karar veremez insanlar. Anlaşılmam hem zor hem kolay. Bence çok kolay olduğu için insanların kafası karışıyor, kendileri zorluk çıkarıyor :P
Sözlerim hep altında imzamla birlikte çıkar. Tekzip etmeye gerek olmaz, düzeltme olursa da o da mühürlü damgalı olur illa ki. Dobra derler kimi cemiyetlerde. Kimi korkar benden kimi kanka moduna geçer. Ama ben kankalığı sevmem, mesafenin gözünü severim. Dostum vardır, kankam yoktur. Bazen sıcak bir ekmek, bazen kutuplarda buz dağı olurum.
Ota bota ağlamam, gereksiz duygusallıkları sevmem. Fobim yoktur, takıntılı değilim. Her şeyin bir dozu olduğuna inanırım, sınırları zorlamam. Uçlarda yaşamam. Ya da benim uçlarım başkadır bilemeyeceğim.
Mutlu olduğumda da kafam bozuk olduğunda da anında anlaşılır, hiç saklayamam. He gerekirse onu da yaparım kendi derdimle milleti sıkmam.
Kuralcıyımdır, kural koyarım, insan yapısı kuralları aklıma yatarsa uygularım değilse mutlaka karşı çıkarım, kim olursa olsun sorgularım, dibine vururum sorgunun.
Sert ve çok eleştiririm. Her şey düzgün, uyumlu ve mantıklı olmalıdır. Tabi imkanlar dahilinde (Maddi ve manevi imkanlar)
Kendini ve haddini bilmeyen kişilere hiç acımam. “Çok iyi had bildirilir” diye cama ilan asabilirim.
Aynı zamanda garip bir hoşgörüm vardır. Hayatta kolay kolay hiçbir şeye çok şaşırmam. Herkesin her şeyi yapmasına, her an her şey olmasına ihtimal verebilirim.
Her şeyin bir doğru yapılış şekli vardır, onu bulmayı iş edinmişimdir. Hata kelimesiyle aynı cümleye girmekten nefret ederim. Pişman olmaktan, özür dilemekten, kendimle çelişmekten, yaptıklarımı açıklayamamaktan hoşlanmam. Ona göre davranmaya çalışırım.
Aşırı kontrolcü olduğumda kendimi salarım, normale dönerim, tembellik yaparım, sonra kaldığım yerden devam ederim.
Babam bana hep ukala derdi. Ukalayı iyi bir laf zannettim hep. Meğer buna alınanlar da oluyormuş, meğer ben çok konuşuyormuşum, çok hazırcevapmışım, çok bilmişmişmişmişim. Bu çok da iyi olmayabilirmiş.
Erkekler için kabus olabilirim. Pek de hazetmem onlardan. Bazen ben daha erkek olurum duygu ve düşüncelerimle. Erkekler de çocuk olur bu durumda.
Öğretmenlik damarlarımda gezdiği için, hocalık taslarım sevmediğim tiplere. Öğrenciler karşısındaysa bunu hiç yapmam, otomatik bir sınır vardır zaten ilk andan itibaren. Eşe dosta da hiç bilgiçlik taslamam, ayıptır, yazıktır.
Cep telefonunu ve mesaj yazmayı hiç sevmem. Bu yüzden nerdeyse bütün arkadaşlarımın sırayla küsmelerine yol açmış, sonra da kırk takla atmışımdır. Ancak aynı tas aynı hamam yerinde durmaktadır.
Öhüm öhüm bunları yazınca, kendimi kötülemeyi sevdiğimi fark ettim. Ben olsam yukarıdakileri okuduktan sonra yüzüme bakmam :P Diktatör Pervane, odun Pervane.
Dur biraz rahatlatayım seni okur.
Genç kesim benimle çok eğlendiklerini söyler, çoluk çocuk bacaklarıma yapışır. Teyzeler kesiminden uzak durmaya çalışsam da pek överler beni. Nedense teyze kısmında çöpçatanlık hisleri uyandırırım, o yüzden pek yanaşmam kendilerine.
İçimdeki çocuk hep gözümün önündedir, elinden tutarım onu parka gezmeye götürürüm, renkli akide şekeri alırım ona, martıları seyrederiz, bazen sokakta gülesimiz gelir, günümüzü gün ederiz birlikte.
Kolay mutlu olurum, boş yere alınganlık yapmam, çok kırılgan değilimdir. Bu da dışarıdan insanları değersiz gördüğümü zannettirse de beni tanıyanlar bilir değer verdiğimi. Sadece neşemi kimseye kaptırmam kolay kolay. Bana göre mutsuzluk ve depresyon hayat israfıdır, nankörlüktür. Benim işim güzellikleri görmek ve bunu anlatmaktır.
Her şey bir sebep ve hikmete bağlıdır, bunları bulmaya çalışmak da çok eğlencelidir. Sınırların ötesinde de teslimiyet en zevkli oyunumdur.
Ya böyle yazınca da tefahür gibi oldu. Bu kadar yeter. Daha da böyle bir yazı yazmam zaten. Bunu da niye yazdım? Herhalde herkesin kendini anlatma çabası bana sıçradı. Ya insan dipsiz kuyu gibi, sınırsız bir kainatın mini modeli, böyle yazmakla biter mi? Ne kadar ben oldu bu yazı? Yüzde bir belki. Hem bir kere okumakla da anlaşılmaz. Cık, çok sevmedim bu yazıyı ama her şeyin bir alıcısı var değil mi? Bunu da seven çıkar elbet.
Öptüm bay.
not: buraya bir devamını oku zımbırtısı koydum, fazla uzun bir yazı olduğu için. fekat her yazının sonunda bitiverdi, oysa ki ben sadece bu yazı için kullanmak istemiştim. hal öyle olunca da kaldırdım. bunun yolunu bilen varsa bana da göstersin, halledeyim. üzgünüm okur, yorulduysan, gözünü korkuttuysam affedecen artık, adım hıdır elimden gelen budur. ha yazıyı okuyup buralara kadar da geldiysen tebrikler efendim gözlerinden öperim...