25 Haziran 2009 Perşembe

bir gün bir gün bir çocuk

Akşam akşam ve dahi kandil kandil aklıma en kel alaka şeyler üşüştü. Benim aklım böyle çalışıyor zati, paso başka yerlerde, sonra hepsi bir araya gelip kafamı şişiriyorlar.

Bak şimdi ne düşündüm. Çocukken neden bize saçma sapan şarkılar öğretirlerdi ve neden hala şimdiki çocuklara aynı şarkıları öğretiyorlar? Açıklayana en sıcak gülüşümü yollayıp teşekkür edeceğim. Nerden çıktı sorusu yasak. Çünkü ben de hatırlamıyorum, daldan dala gezinirken orda takılmışım demek ki.

Misal; ordaa bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de ora bizimdir evelallah. Bu ne abuk bi laftır allasen? Ora senin köyünse neden gitmiyorsun, neden görmüyorsun, gitsene ya hu! Hem acaba şarkıda kastedilen köy neresidir, neresi bizimdir de gidemiyoruzdur? Bu şarkının çocuğun üzerinde yapabileceği etkiler nelerdir? İnsanlar köylerine gidemez, köyler uzakta bir yerlerdedir, insan gidip görmediği bir yere de sahip olabilir. Bu mudur yani?

Laylay laylay laaaa kısmınaysa hiç girmiyorum, içimi bayıyor. Bir de bu melodiyi Ayşecik filmlerinde mi kullanmışlardı bana mı öyle geldi şimdi?

Ayşecik dedim de, o kızın (teyze oldu şimdi) Pollyanna’nın Türk versiyonu bir filmi vardı mesela. Hiç sevmem Pollyanna’yı, babasını da sevmezdim, hep onun yüzünden o çocuk öyle oldu. O ne gereksiz, faydasız ehi ehi ehi durumudur ya. Hep de pişmiş kelle gibi sırıtılmaz ki yani, ruh sağlığına zararlı bi kere. Benim arkadaşım olsa Pollyanna, günün birinde bi tane patlatırdım herhalde suratına. Düşünsene arabam çalışmış (yok ya ondan böyle rahat sallıyorum), geçmiş karşıma “Benzin fiyatları çok yüksekti zaten, otobüsün de ayrı bir zevki var, olmadı vapura binersin püfür püfür” diyor. Ay git elimden bi kaza çıkmadan, bi daha gözüm görmesin seni .

Başka; Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe’de diye başlayan şarkı, doktor doktor kalksana lambaları yaksana diye devam ediyor. Sabah dokuzda ne lambası hacı?

Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor diye başlayan şarkı, ölmedin ölemezsin diye bitiyor. Buraya çok girsem mi bilmiyorum ama bu pedagojik olarak hiç mantıklı bir şarkı değil. Bir kabullenmeme, bir isyan, bir aykırılık söz konusu. Çocuk bunu alır hayatında sevdiği herkese uyarlar, ölüme başkaldırır, al sana psikoproblem.

Geçen gün bir tanıdığımız küçük kızının müsameresine gitmiş de, çocukların söyledikleri tüm şarkılar annesinin de ilkokulda öğrendiği şarkılarmış. Hatta benim annemin de. Annem 52 yaşında olduğuna göre ve annemden öncekilere de bu şarkıların öğretilmiş olacağını düşünerek, kaç yıldır veledlere aynı şarkıların öğretildiğini ve niye yeni ve daha güzel şeyler üretilmediğini buyrun tefekkür edin.

Ha nesillerin birbirinden kopmaması için derse birisi, ben ona ne şekil güleceğimi çok iyi biliyorum :)

19 Haziran 2009 Cuma

rezil

yorgun ve de argınım.
tüm devlet işlerinin içine tükürüp geldim.
en fazla 3 saatliğine çıktığım eve 7 saat sonra geldim.
döndüğümde aynaya akseden solmuş benzim kaldı geriye.

17 Haziran 2009 Çarşamba

abidig gubidik twist twist

Bu ara bişeyler yazmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Napalım zorla mı bacım biraderim?

Bu ara istediğim çok şey olmuyor diye de üzülecek değilim. Niye, aptal mıyım? İnsanlar üzülür, normali bu canım. Üzül diyorum kendime yani, kaçırma bunları ey okur. Ama o da gelmiyor içimden. Yine de mutluyum ya ona yanıyorum. İçimden sadece kitap okumak ve örgü örmek geliyor, buna rağmen mutluyum. Nasıl bir saflıktır bu? İç konuşmalarım çok çelişkili açıklamalar yapıyor. Misal, şimdi de diyor ki, saflık kalbin güzelliğindendir. Nasıl da kotarıyor kendini.

Mesela bu ara kızacak bir şeyler olsun istiyorum, bir şeylere kızmak istiyorum ama yok. Tüh kısacası.

Ve sanırım buna biz kaşınma diyoruz, yani yakında birilerinin beni kızdırması muhtemeldir. Ay heyecanlandım şimdi, kavga mı var :D Yok canım manyak değilim o kadar, dilimde benim dilimde. Özümde iyi biriyim :)

Blog blooog, sallan da kendine gel, uyan da balığa çıkalım!
(Peşpeşe sesli olarak ‘blog’ dememeniz tavsiye olunur. Dedin değil mi? E ben demiştim.)

Not: Ay yazmazsam çatlarım. Bu yazıyı yayınlayınca çıkan ekranda reklam çıktı, "Boy uzatmak artık sorun değil" mi ne diyor, o kısma bakıcam şimdi tekrar. Ahahaha yani çok güldüm, bana çıkabilecek en son reklam, daha nereye uzuyorum kardeşim, ceviz mi toplayacaz :D

13 Haziran 2009 Cumartesi

ne ilginç değil mi?

Ben burada oturup kitabımı okurken ya da örgümü örerken mesela, insanlar ayrılıyor, kavuşuyor, seviniyor, ağlıyor, evleniyor, doğuruyor ve hatta ölüyor.
Ben internette takılırken bir gece yarısı, insanlar evimin önünden ambulansla geçiyor, hemen aşağımızdaki hastanenin Acil’ine geliyor ve yine ölüyor.
Ben sonra bir siteye tıklarken, karşıma bir ölüm haberi çıkıyor ve ben üzülüyorum.
Günler sonra üzüldüğüm kişinin, uğurlanan kişinin, evimin önünden geçen kişi olduğunu okuyorum. Bizim evin önünden hep ambulans geçiyor, ben evde otururken. Ben hep “Allah şifa versin” diyorum. O da kimine veriyor, kimininkini daha güzel bir mekâna saklıyor.
Ben kendi işlerimle meşgulken, bir kaç yüz metre ilerimizde koca bir kalabalık birini uğurluyor sonsuza.

Ben dergimin üzerindeki bir çift göze bakarken aklımdan bunlar geçiyor. Hay Allah!
Biz dursak da, hayat her koldan devam ediyor.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Tüh be!

Yaşlanıyorum azizim,
Bugün itibariyle 24 oldum, aman ne hoş.
Heç hoş değil.
Önceden iyi bir şey gibiydi yaşını sorduklarında daha büyük bir rakam söyleyecek olmak.
Şimdi değil, hiç değil.
Bir kız için 23 iyidir mesela. Sanırım önümüzdeki beş yıl 23’te kalabilirim.
Ya da bak otuz yaşındaki kadınları da severim, yok yok otuz beş.
Böyle yüzlerinde olgun bir ifade vardır, gözlerinin yanında ufak çizgiler. Elleri kolları daha oturaklı bir şekildedir. (o da ne demekse işte) ses tonları da hoş olur. Gerçi ses tonu en yavaş yaşlanan şey ama anlaşılabilir 23’le 35 arası fark.
Neyse klasik söylemimize geçelim, akıl yaşta değil baştadır.
Bak bunu söyledim ya rahatladım. Evet.
Şimdi zamanın tadını çıkarabilirim. 24’ü kabul edebilirim. Yıllara böyle meydan okunmaz zaten. Önemli olan mazide kalmamak. Ömrün içini doldurmak.
En azından 25’ten gün alıyorum demem. Aayyy ne kabus bi cümle oldu yaa. Ooff kesin bu cümleyi bir daha kullanmayacağım.
Başa mı sardık, hmm sanırım.
Üstüme gitmemeliyim.
Rabbimden hayırlı ömür diliyorum kendime ve bu yazıyı okuyanlara.
Tüm bu lakırdılar bi yana, boşa harcanmamış nefesler duasıyla…

Not; Doğum günümü kutlamayın, hele ayıp olmasın diye hiç kutlamayın. İki senedir, bir gün sonra aklıma geliyordu doğum günüm olduğu, o derece kutlamıyorum yani, ne kendimi ne kimseninkini. Bu sene erken hatırladım niyeyse. Zamanın su gibi aktığı dank ediyor galiba :) Hele dünki haberden sonra... Her an ölebilecek olduktan sonra doğum günü falan çok anlamsız. Hem kimi tebrik etmeli, Allah'ı mı? İyi ki yarattın beni Allah'ım. Saçma! Neyse uzatmamalı..

Dualara açığız tabi :)

9 Haziran 2009 Salı

hayat

İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun...
Ne enteresan, sanal dünyadan da tanımış olsan samimi duygular beslemek birilerine. Sonra göç ettiklerini duyup üzülmek üzülmek, midene yumruk yemiş gibi...
Mekanın cennet olsun Faruk Yücel..

Müdavimi olduğum Gerçek Hayat ekibinin de başı sağolsun..