28 Kasım 2008 Cuma

Bir Aşk Hikayesi

“Ey seher kuşu! Aşkı pervaneden öğren.
Zira o yanmışın canı gitti de sesi çıkmadı”.
Şeyh Sadi

Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…

Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın…
Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar.
Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor.

Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor.

Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.

Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır.

Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar.
Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum…

Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek.

İskender Pala

5 yorum:

Adsız dedi ki...

ayy hocam bu yazıyla alakası yok ama şu balıkçıklar çok hoşuma gittiiii!!!ah ahh benim de içimde çooook kocaman hayvan sevgisi var. ben bu balıklara çok yem verirsem bu hayvancıklar ölürler miiii????

Pervane dedi ki...

ehehe, ben de baştan dedim çok yem vermeyeyim de şişip patlamasınlar. ama sonra yahu dedim bunlar niye ölsün kii!! ölmeyen balık buldum heeeyy! :D

fbetül dedi ki...

ilginçtirki ben de bu yazıyı okurken gözüm yandaki balıklara ilişti ve onlara yem atarken aynı şeyi düşündüm.. çocukluğumuza inmek lazım :)

. dedi ki...

burada kaç oldu bu parçayı dinlediğim,sayamadım...

sayfayı değiştiremiyorum bile...

başka yerde de bulamadım...

takıldım kaldım (:

Pervane dedi ki...

söylerdim parçanın adını sanını ama bence buraya gelmen daha güzel ;)

yine gel, hele gel, ben razıyım dön bize gel :)