29 Mayıs 2009 Cuma

şaşkın

Ben zannederdim ki unutulurum. Arayıp sormayıp uğramayınca silinirim. Kendim gibi sanmışım onları. Binlerce kişinin içinden beni hatırlamazlar sanmışım.

İki saniyede adımı söyleyip, halimden hatrımdan, anamdan babamdan sorulup, üstüne de selam yollanınca şoke olurum böyle. Utancımdan kimseye soramam 'Onun adı neydi?' diye.

İki gün içinde on defa yedim bu vefa tokadını. Beni hatırlamak şöyle dursun, benim için bir şeyler yapmaya çalışılınca yerin dibinden ellerini öptüm mübareklerin. Güzel insan olmak böyle bir şey ola gerek.

Kendi gibi sanmamalıymış insan başkalarını, hele ki o mübarekleri.

Ah bana ah, nasıl da öğrenmem gerekiyor onlardan vefayı.

24 Mayıs 2009 Pazar

Lâf u Güzaf

Sıkıldım herkesin her şeyden şikayet etmesinden, olur olmadık her konuda ahkâm kesmesinden.

Kahve köşelerinden televizyon programlarına, altın günlerinden üniversite gençliğine her Türk evladı enn havalı bürokrat, diplomat edalarını takınıp (çünkü akşam TV başında çıkarılır o takılan eda) başlar hararetle memleketin hâli muhabbetine. Genel tavır nedir söyleyeyim. Kimse kimseyi beğenmiyordur, kimse kimseden ve hiç bir şeyden memnun değildir.

Hâlâ pek çok yerde Eurovision’un ne kadar çocukça olduğu yorumlarını okuyorum. Kim yazıyor? Daha iyisini bulmuş (!), ömrü organizasyonlarda geçmiş (!) sevgili taş çatlasa 20-25 yaş grubu akranlarım başta olmak üzere, “Ben de entelim, ben de, ben de” diye yırtınan herkes. Yap daha iyisini topla dünyayı abicim, kim tuttu seni?

Geçenlerde yine biri, kafasına polisin bazı durumlarda parmak izi almasına takmış. Neden polis ona güvenmiyormuş? Bu tutum halkı polisten soğutuyormuş. Pardon da neden karşılıksız güvensin, göbek bağını polis mi kesti? Tedbir akıldandır. Sen neden polise güvenmemek için bu kadar isteklisin?

Sonra bu yaşanan tüm olaylarda, Cumhurbaşkanı’nın yargılanması, Engerekon (!), 1 Mayıs, Mardin, domuz gribi, şampiyona vs, vs.. Birden milletin her kesiminden minik minik savcılık oynayan tipler türer, herkes avukat, herkes sosyolog, psikolog , doktor kesilir. Herkes köşe yazarı oluverir, hatta herkes hakim olur çıkar. Bu son tipler, gerçekte de alçak tepeleri kendilerinin imal ettiklerini sanan tipitiplerdir.

Yok Eurovision saçmadır, yok aslında her şeyi ilk biz bulmuşuzdur, yok hükümet işini yapmıyordur, yok polis şöyledir, belediyeler böyledir, meclis öyledir, yök öyledir, yok böyledir. En basitinden evinde mutfağını silen kadın, bir misafir toplantısında birden din âlimi, 2 dakika sonra siyasi parti kadın kolu başkanı, 2 dakika daha sonra ilçe emniyet müdürü falan oluverir. Hepsinde de öyle astığı astık, kestiği kestik. Hele erkekler, ay ay ay...

Konu futbol olur, herkes Rıdvan Dilmen’dir. Seçim olur, herkes analist, herkes siyasi bilimler mezunu. Başlar temcit pilavı ikram edilmeye. “Bu hükümet şöyle de böyle de.. Bu adam çalıyor çırpıyor..” Çalıp çırpmak farz ya. Ya da daha ağırı; herkes başkasını kendinden bilirmiş, demek o başa geçse çalıp çırpacak, yoksa nerden bilsin her önüne gelenin çaldığını.

Bizim yüce Türk milleti kadar ukalalığı seven ama hiç icraate girmeyen millet var mı acaba?

Ne çok seviyoruz ona buna iş öğretmeyi. Tabi her şeyin en iyisini biz biliyoruz. Âlemin akıllısı da biziz. Ama gelgelelim (sakın gelme) onca laf salatasının içinden çıkıp işe gelince tırt. Neden? Çünkü armudun iyisini ayılar yer. En iyi biz biliriz, en iyiyi biz biliriz, elalem yapar biz yeriz. Budur!

Fakat ne var ki âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. Hadi bakalım çok bilmiş Yüce Türk. Açıkla bu çelişkiyi!

Senin ülken burası. Sen kalk bir şey yapsana. Oturduğun koltuk rahat, atıyorsun bir tarafından. Her hatada suçlayacak biri arıyorsun. Şamar oğlanları türetmekten başka bişey bildiğin yok, sızlanmaktan, haddini aşmaktan başka bir şey yaptığın yok.
Çözüm üretemediğin her sorun için ettiğin her laf, gevezelikten başkası değil.

Bu arada ben verdiğim hiçbir örnekte kimseyi savunmuyorum, hiçbir şeyi desteklemiyorum ya da kösteklemiyorum. Benim de hoşlanmadığım şeyler var, hele ki bu memlekette bir insan evladına yapabilecek en büyük kazığı yediğimi düşünüyorum ama ahkam kesilerek, ağlayıp zırlayarak, tükürük atma yarışıyla bir yere varılacağını sanmıyorum.

Bu da cuk oturmuşun yandan yemişi, yine de en iyisi;

18 Mayıs 2009 Pazartesi

başlık bulamadım (tekliflere açık)


Binlerce belirsizliğin içinde kendine bir yol çizmeye çalışmak. Çok engelli ve hatta çok engebeli bir koşuda bir hedef seçip ona ulaşmaya çalışmak.. Yapabileceklerinin farkında olmana rağmen beklemek, beklemek... Ne duruyorsun diyene, verecek çok cevaplarından birini bile verememek.

İşte öyle bir şeydi geçip gidenler.

Doğan güneş umudum oldu da, batan güneş de kendiyle beraber götürdü onu.
Sonra söke söke geri aldım ama. Pabuç bırakmaz geçiniyorum, kolay mı öyle omzumu çökertmek!

O değil de, duaya inanırım ben. Çok özel olacak bir sonraki cümlede yazacaklarım, belki de paylaşmamalı böyle şeyleri ama yazacağım. Benim şimdiye kadar tüm benliğimle isteyerek yaptığım her duam kabul oldu. O yüzden çok derdim yok hayatla. Çok ıslatmışlığım var yastıkları, çok midem ağrımışlığım, kurdeşenlerim, uykusuz gecelerim var belki ama hiç küsmüşlüğüm yok kimseye ve hiçbir şeye. Ve hep gerçekleşmiş dileklerim var.

En zor anlarda dilimde olan tek cümle: Rabbim seni çok seviyorum... Başkasına ne hâcet!

Şimdi yine dolanıyor yollar ayaklarıma. Bazen kedinin eline düşmüş fare oluyorum. Bir kapı açılıyor, tam girecekken pat kapanıyor. Bir gün yenisi açılıyor, ertesi hafta pat! Başkası açılıyor, bu sefer ertesi gün pat! Sabah açılıyor, akşamına pat!

Sonra içime baktım. Hâlâ orada mısın umut? Evet.
Tüm benliğinle mi istiyorsun? Evet. O zaman olacak, yapacaksın, merak etme. Yaptıranın var, yalnızca vaktini beklemelisin. Sen devam et kapıları yoklamaya.

Peki mutlu muyum? Hayır. Ama önemli olan bu değil. Her zaman mutlu olmaya uğraşanlardan, mutlu olmak gerektiğini düşünenlerden değilim. "Sürekli mutluluğa" inananlardan da değilim. İnsan olmayanın kıymetini bilir. Hüzündür mutluluğun keyfini arttıran. Sudan çıkmalı ki balık, suyun değerini bilsin.

Kim ne anladı bu yazıdan? Hiç, biliyorum. Üzgünün anlam veremediğiniz her cümlem için.
Ben sadece yeni eğitimler alıp kendi mekanını açmak için ara işler ama güzel işler yapmak durumunda kalmışlığın bol karışık salata kıvamındaki hâlimle günümü gün ediyorum.

Ve evet, söylemem gerekeni biliyorum; Rabbim seni çok seviyorum.

8 Mayıs 2009 Cuma

bugün beni düşündüren şey

Dinlenmiş bir dersin yazıya dökülmüş halinden alıntı;

"İnsanlığın bugün ilim diye övdüğü şey, ancak eşyanın bilgisini şuura nakletmektir. Yani bir ambarda eşyanın yığılması gibi, bilgileri zihinde biriktirip, üstüste yığmak gerçek ilim değildir. O, zihni bir depo haline getirmektir. Lakin eşyadan, tabiattan ve kainattan aldığımız bilgiler bizi derin bir tefekküre götürüyorsa, işte o zaman bilgi değerli oluyor, marifetullah’a bir basamak teşkil ediyor.

Hakikate ulaştırmayan bilgi, bütün zahiri bilgiler, hatta dini bilgiler, bunlar kısır bir mecrubiyettir, kısır bir sevdadır. Bazıları çok bilgilidir, ayaklı kütüphaneye benzerler, lakin hikmete götürecek bir tefekkür yoktur. Kitaptan aldıklarını ancak hafızaların ambarlarına istif ederler. En basit meselelerde, çocuklar gibi düşünürler, münakaşa ederler, birbirlerine girerler, ihtirasa kapılırlar. Esas olan tefekkür, insanı derin ve ilahi bir tefekküre yönlendirecek olan, "İnsan niye yaratıldı, kim yarattı, kimin mülkündeyiz ve yolculuk nereye?" diye düşündürebilendir. İşte bu ilim, marifetullah ilmi. Bu ilme sahip olunca, her hareket kalbin durumuna göre hallenir.

Bugün gazeteler, aşırı reklamlar, yan yana yürüyen kontrolsüz neşriyat, genç dimağları şaşırtıyor, yoruyor ve kendi kalıpları içinde kolayca dondurabiliyor. Esas olan tefekkür, Kur’an-ı Kerim’de 137 yerde geçiyor. "Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?" Yani sebep ve sonuç; bu kainat niye yaratıldı, insan niye yaratıldı, ben neyim, neyin nesiyim? Tirilyonlarca yıldız var, gezegen var, hiçbiri dünyaya ve hatta birbirine benzemiyor. Dünya kimin için süslendi? Âlem kimin için tezyin edildi? Yani bunlar bir hikmete, sebebden müsebbibe, eserden müessire götürerek Hakk’a yaklaşmaya, Hakk’la dost olmaya vesile. İşte buna marifet deniyor, peygamberlerin telkin ettiği ilim de bu. Diğer ilimler Allah’a götürmeyen ilim, Allah’ı düşündürmeyen ilim, kulu tefekkürde derinleştirmeyen ilim, o ilme ‘la yenfeu - faydasız ilim’ deniyor. Peygamber Efendimiz sığınıyor o ilimden. Yani bizleri bırakın bir tarafa Peygamberimiz sığınıyor o ilimden..."

Durup düşündürdü uzun uzun. Aslı daha da uzundu mevzunun da burası farklı bir pencere oldu benim için...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

aklımdaki başlığı yazmayacağım

Aptal olduğunu düşündüğüm için sevmediğim insanlar var. Hatta şöyle söyleyeyim, etrafımda sevmediğim hepi topu 3–4 kişi var, onlar da aptal. Aklını kullanamayan kişiye tahammül etmeyi öğrenemedim hala.
Ama bugün fark ettim ki, aklı öne sürerek insanları beğenmemek aslında bir çeşit kibir.
“Ben akıllıyım ve onun aptal olduğunu fark edebiliyorum. Hatta fark etmekten öte, onun aptal olduğuna karar verdim. Hey dostum sen aptalsın, ben senle yumurta bile tokuşturmam.
Aaaahh-ha-ha-haaaaa küçük aptaaaalll…”

N’olmuş aptalsa, sonuçta insan. Sonuçta onun da verecek bazı hesapları var. Sonuçta onu da yaratan bir Rabbi var. Sonuçta o da bir şeyler hissediyor kendince, sana belki çok uzak olsa bile.
O da bi yerlerde senin onu küçük gördüğünü anlatıyor birilerine. O da farkında bir şeylerin.
Hayatta güzel bir şeyler yaşamak için çok akıllı olmak gerekmiyor. İyi niyetli olmak gerekiyor. Akıldan önce kalp var. İman bile aklın kabul etmesiyle değil, kalbin kabul etmesiyle hakikatini buluyor. Belki onun kalbi senden daha güzel, daha sevimli.

Ve bir şey daha. Aptal dediğim kişiler hakkında ben öyle düşünüyorum, ama belki de herkes benimle aynı fikirde değil. Başkası da onları akıllı buluyor belki. Belki benim akledemeğim bir şeyi onlar akıl ediyor. Belki ben kendimi çok akıllı zannediyorum. Belki ben kibirden ölüyorum. Bir takım malum mahlûkatlar da benim bu halime bi taraflarıyla gülüyorlar belki.

Olamaz mı? Olabilir.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

havadan sudan

Arada gelen abuk maillerden biri, gizli kalem kamera. Artık eşler birbirini aldatamayacak, kalem şeklinde kamera, kamera olduğu belli değil fasa fiso fıs fıs tıs tıs.
Hahayt, sevsinler kalemini…
Kalemin kamera olduğunu bilmeyen adamı durduracak olan ne acaba? Olayı öncesinden çözecek bişey buldunsa gel onu söyle kardeşim.

Bunu hallettim, sildim postayı defoldu gitti kalemiyle. Derken benim boş bir zevzeklik anımda üye olduğum bir google grup postası geldi. Ben bir zamanlar başıma neler geleceğini bilmeden rehberlik servisi diye bir gruba üye oldum, hani bilgi paylaşımı, faydalı bir şeyler çıkar diye. Sonra bi baktım tipsiz postalar yağıyor bana her koldan, kimsenin kimseye bilgi verdiği yok, müfredatmış, maaşlarmış, basit basit sorularmış, bir dolu zırva. Ay ben n'apmışım dedim, üyeliğimi iptal edeyim dedim ama kaydolduğum şifreyi de unutmuşum. Ben bir ara çok unutkandım, hatta bu bloga başladığım ilk zamanlarda da devam ediyordu bu mal hal. Neyse ki son zamanlarda düzeldim ama kendimi kurtaramadım bu gruptan.

Hıaaaaa, yine mi başladınız laaaann diye bi haykırıverdim semaya doğru başımı kaldırarak. Çünkü bu enikler bi başladı mı on beş dakika bitmiyor dıdın dıdın dıdın. Tam da blog okumasına çıkmışım, süslenip püslenip kapıları tıklıyorum tek tek basarak bade süzerek. Gel de sinirlenme anacım. (anacım mı o ne yav, kendini Oya Başar zanneden insan yavrusu)
Allllaaah diye bi nara attım, sonra da 'niye daha önce akıl edemedin bunu haa şapşal' diye kendimi de tokatlayıp Windows live hotmail’in güzide seçeneklerinden engellenen gönderiler kısmını açtım. Üşenmedim -ki niye üşeneyim, her gün okumadan 20 mail silmekle uğraşmaktan daha kolaydır- teeek tek o adresleri kopyaladım o listeye. Bir yandan da mailler gelmeye devam ediyor, öte yandan ben gelenin adresini şıp diye yapıştırıyorum listeye. Ay en zevklisi de her dıdın ötüşünde dişlerimin arasından “hııııınnn sen şimdi görürsün, bak bi daha yollayabiliyor musun bana bişeey, hııımmm hıhııım hııım, canınız cehennemeee, hepinizin, nihahahaaaa, hatta nuohahaha” diye pamuk prensesin cadısı kılığına girmek oldu.

Sonra birden ses soluk kesildi, sonsuz huzur, sonsuz mutluluk…

Yazarın tavsiyesi; mail gruplarına üye olmayın, her siteye adresinizi yazmayın.