30 Ocak 2009 Cuma

Bunu da kimse anlamayıversin

Seçecek bir şey bırakılmamışlığın ortaya karışık duygu salatası. Öfke, hayal kırıklığı, depresif bilumum üzüntüler yığını, intikam hevesleri…
Sonra dua. Zaten hep sonra dua, sonra… Önce haksızlığa uğramışlığın hırsı, sonra pes etmenin ve acizliğin duaya kalkan elleri…
Öne ne koysan ‘doğru’ yerini bulur? Sabır mı, soru mu, başka kapılar mı? He bir de susmak var. Susmak. En sinir bozucusundan, en güçsüzünden. Olgun bir sükut değil, aciz bir sükut.

Azgın azınlıklardan suskun kalabalıklara doğru yürüyordum. Bu benim tercihim değildi. Susmak her zaman çözüm değildi. Ben sadece mecbur kalmıştım. Önüne dizdiği güzelliklerin ayaklar altında ezilmişliğinin şaşkınlığında bir 17’ydim. Başka seçenek göremeyecek kadar 17. Azgın azınlık olmaktan iyi miydi? Ben bunu kıyaslayacak durumda değildim.
Kadrajı bozuk bir anlayışın kenarına monte edilmiş gibiydim...
Aidiyet duygusundan yoksun, içine ‘büyüyünce volkan olacağım’ cümlesi yerleştirilmiş bir yürek. (Gün gelip patlayacaktı elbet.)

Sonra soru sormayı seçtim, sonuna kadar sorgu. Sormakla da bitmiyor, çözüm üretemeyeceksen sorunu tesbit etmenin hiçbir faydası yok. ( Bana sorunlarınla değil, çözümlerinle gel –Pervane )

O bozuk fotoğraftan çıkardım kendimi, kestim gitti.
Peki ya geri kalan? Deve kuşu zihniyeti, adam boğan yılanları görüp, nasılsa burada yılan yok diyenler, komşusunun bırak ev halini, adını bilmeyenler, ‘düşünüyorum öyleyse bi 10 yıl yatarım’ dedirtenler, mağduriyetini dile getirenlere ‘edepsizlik etme’ diyenler ( 56, okuyorsan göz kırp) …
Kim ya da ne kendine getirecek bu milleti? 17’sinde hayalleri alıp götürülmüş, satamayıp geri de getirilmemiş, hayaller ülkesine hapsedilmiş birine ‘sus, karşı çıkma’ diyenden kim hesap soracak? İşimiz ahirete kalmışsa, eyvallah ne diyeyim. Yine de içimden konuşurum, inanmam o kadar bekleyeceğime.

Ninniler dinledik yıllardır, melodisi kopuk, notaları kayıp. Uyutuluyorduk ya, ses çıkaramadık bu ne biçim ninni diye. Her şeyi kabul ettik, herkese kapı açtık ve de her şeyi çabucak unutuverdik.

Uyuyan güzelin uyanması için kaç yüzyıl geçmeliydi? Uykusu derinleştikçe güzelliğini kaybettiğini nasıl fark edecekti?

Gelip de dürtecek elin şiddetinden sana sığınırız Allah’ım. Ama böyle de gitmez Allah’ım. Sen bize akıl-FİKİR ver Allah’ım.

“O zaman sen de beni sev.
Evet…”
Diye biten saçma bir şiir gibi tüm buyruklara bayrak açtım. Dayatmaları ellerimle ittim, biraz bileklerim yoruldu. Çünkü 12 yaşındaki kızlarınki kadar ince bileklerim var benim. Yine de bilek değil yürek kuvvetidir esas olan diyerek bir kıroluk yapmak isterim.


ekstra; dünyaya dur diyen adam oldu bizim başbakan. tebrikler. hala da başbakan yanlış yaptı, hamas'ı savundu, gibi zırvalar saçan gerzekleri de kimse takmasın. misal chp bşk. yrd., internethaber sitesi ... vs vs
biri bunları söylemeliydi. fakat umarım sözde kalmaz bu tepki.

24 Ocak 2009 Cumartesi

masal

çileklere inanırım ben,
yerinde söylenmiş söz gibidir.
sadece mevsiminde güzeldir.
...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Filistin'de çocuk olmak






Şiir: Metin Önal Mengüşoğlu
Okuyan: Sacit Onan

18 Ocak 2009 Pazar

kırmızı mim

Bugüne kadar olan sinirli anlarımı düşünüyorum. Bu konuyu da açıklığa kavuşturmalıyım.

Abimle büyürken yaptığımız kavgaları saymıyorum, onlar süreç gereği bi yerde. Derin izler de bırakmadı zaten, gülümsetiyor ancak. Hazır cevaplılığımın gelişimine katkısı çok büyük saolsun abimin.
Anneme göre sinirli olabilirim ama yanar söner cinsten. Onlar klasik ana-kız atışmaları. Hal-i hazırda yapacak olduğum şeylerde “şunu yap” denmesinden hoşlanmamam üzerinde döner konu genelde. Ama büyüdük artık, eski tadı vermiyor. Kol kola geziyoruz işte.
Kardeşimle de kavga falan etmeyiz, bazen ben ablalık taslarım, bazen o şımarık velet olur, onu da geç.

Dışarıdan bakınca, bakana göre değişiyor durumum. Öğrenciler beni başka dünyadan gelmiş sanıyor, çünkü beni sinirlendiremiyorlar. Bunun iki istisnası oldu, bugünün konusu da bu olacak.

Arkadaşlarım da soğukkanlı olduğumu söyler. E kısaca sinirli değilim. Hatta fazla relax, yer yer umursamazım. Zaten milleti kafaya taksam ohoo…, başka işim mi yok?

24 yıla pek yakın hayatımı ciddi ciddi önüme koydum, öfkeyi damarlarımda hissettiğim iki olay oldu. İkisinde de konu yalan ve saygısızlıktı. Demek ki hiç tahammül edemediğim iki şey buymuş. Bir de mantıksız hareket ve sözler var ama asgari müştereklerde çözüyorum onları.

İlki ben çömez bir hocayken iki öğrencinin bize dizi dizi yalanları ultra relax bi vaziyette sırıta sırıta bize söylemesi sonucu bende oluşmuş bir öfke kriziydi, fakat bu çok uzun bir cümlenin en son noktasıydı. Öncesinde defalarca konuşup çözüme varmaya çalışmıştık. Sonra beter bi gecenin bir vakti, bir damla damladı bardak taştı ve ben çok yükselttim sesimi. Saflık işte, sonra da üzüldüm sesimi yükselttiğime, yufkaydı yüreğim.

İkincisi ahlaksız ilişkiler, milleti oyuna getirmeler, ikili oynamalar, insan kullanmalar ve yalan rüzgarı içinde kavrulmuş bir ruhun karşıma çıkmasıydı. Kızla bir sene geçirdim, hiç bi şey çakmadım. En sonunda kızın arkadaşları dayanamayıp bize her şeyi anlattılar. Bu kız bunları nasıl kandırıp işlerini gördürüyormuş, gitmiş herifin tekiyle evlenmiş, tutmuş mahrem hikayelerini millete anlatmaya başlamış, bir sürü de yalan sosu katmış. Oscarlık bi tip kısaca.

Biz bu kızı karşımıza aldık, şu avukatların çapraz sorgusuna tuttuk, açıklarını yakaladık, kısmi itiraflara mecbur bıraktık. Ama bir yandan da içim şişiyor. İlk defa bu kadar düzenbazını canlı canlı karşımda görüyorum. Hikayelerde okumakla orijinalini görmek arasında fark var. Hala da görmedim o kadar yalancısını, gerçi görsem de şaşırmam artık, kız ufkumuzu açtı bir kere. Hani ilk defa zürafa görmek gibi bir şey.

Sonlara doğru elimizde sıkı bir koz vardı, konuyu oraya getirdik. Başladı yalan söylemeye. Bi Ya Sabır çektim. Azar azar elimizdeki kozu açıklıyoruz, onun da yalanı ortaya çıkmaya başlıyor. Her çıkan yalanına yeni bir yalan yumurtlayıveriyor, onu kırıyoruz yenisini yapıyor, onu bozuyoruz bi yenisi daha. Zaten kişilik bozuklukları böyledir, kusurunu yeni bir kusurla örtmeye çalışır.
Baktım sonu yok bunun ve artık beni sıcak bastı, resmen cıvam yükseldi yükseldi veee ayağa fırladım kıza bir püskürdüm ki odadakiler şok, kocaman donmuş gözlerle bana bakıyorlar. E ama yeter bu kadarını da kaldıramadım, göz göre göre nereye kadar. Bağırdım çağırdım kendimi rahatlattım. Yoksa biliyorum ki kızın zerre kadar yüzü kızarmadı, ders de almadı. Tedavilikti durumu, bağırmakla iş bi yere varmazdı. Ama zararı da olmazdı, yüzsüzdü bi kere. Yüzüne tükürsen Ya Rabbi şükür diyecek cinsten, kalbini kırdığımı hiç sanmıyorum. Sonra gittim yine ben sinirden ağladım.

Şimdi olsa bu kadar öfkelenmem diye düşünüyorum. O zamanlar kişisel gelişim ve psikoloji eğitimlerine tam meyletmemiştim. Ama insanın sabrını geliştirmesi de zaman alabiliyor, kendime de çok güvenmiyorum.
Mesela bu aralar da bir şeylere kızıyorum, birilerine. Fakat sakinliğimi suni olmadan hakikate çevirebiliyorum. Yazıp çizip üstümden atıyorum, kimse zarar görmüyor.

Dur bi de nasihat edeyim, okuyucu boş dönmesin. “Kardeşlerim! Valla değmez.” Yemin de ettim daha ne olsun.
Hadi bir de bilgi vereyim, içerik zenginleşsin. Ahkâm kesmiyorum bak, yanlış düşünme kızarım :) Kişinin davranışının altında duygusu, duygusunun da altında algısı yatar. Biz sadece davranışı görüp tepkimizi ona göre veririz fekat sormayı düşünmediğimiz soru şudur; ‘bu insancık, içinde ne hissediyor, daha içinde neyi nasıl algılamış da böyle davranıyor?’
Bu tabi bir bilinçaltı olayı herkes şak diye çözemez ama en azından yaklaşımlarımızı değiştirirsek başta biz, sonra da etrafımız rahat eder.

Bakıyorum da tam mimlik bi konu olmuş, mim mi başlatsam? Başlatayım bakalım nolcak.
O zaman şöyle yapıyoruz; abilerim ablalarım, şu önünüzde görmüş olduğunuz mevzuyu pek sevgili Çilekli Süt'e, şeker ötesi Şeker Portakalı'na, orijinal üstü SananaAki BananeSan’a, mutlu böcük İpek Böcüğü'ne yolluyorum. Kırmızı kurdelamızı kestik, Allah bereket versin.

Konuyu özetlersek; şimdiye kadar en çok sinirlendiğin olay ve seni en çok kızdıran şey acaba nedir nedir??

Unutmadan; atom bombası senin başına düşsün İsrail...

17 Ocak 2009 Cumartesi

anger

Bu aralar sinirliysem biri de kusuruma baksın.
Baksın ki görsün kime sinirliyim neye öfkeliyim
Görsün ki anlasın ne eblehler var.
Anlasın ki bana hak versin, evet haklıyım, hayır caymayacağım.
Bana hak versin ki fark etsin insan kemaline neden önem vermeli.
Vermeli ki, hatasını görsün, nefsini bilsin.
Nefsini bilsin attığı adıma dikkat etsin.
Nefsini bilsin Rabbini bilsin.
Rabbini bilsin rahat etsin.

Kimseye kolay kolay ebleh demem. Diyorsam söyleyecek başka kelime yoktur. İnsana kolay kolay sinirlenmem, sinirlenmişsem durum ciddidir.

16 Ocak 2009 Cuma

alt-üst

İyimserdim ama sırası değildi,
Küstürmemeli iyileri,
Kötüye iyi diyerek.

Akşam üstüme gelmesin,
Pek aceleciyimdir, dönüp bakamam bile.
Biz bu koşturmacada olsa olsa
Teselli buluruz;
"Önemli olan katılmaktı."

15 Ocak 2009 Perşembe

nâdan

Eksik parçalarını ararken rastlaştık.
Çok hamdı, belki aramıyordu bile.
An geldi restleştik.
Çok sığdı, anlayamıyordu bile.
An oldu yüzleştik.
Yüzsüzdü, fayda etmedi bile.

14 Ocak 2009 Çarşamba

bir kaç not

Senai Demirci'yi uzaktan severim. Dün yanımdan geçip bana bakarken bi selam verseydi daha severdim. Genelde hep selamlarlar beni bu tanınmış şahsiyetler, neyse.

Kısa kısa dün S.Demirci'nin Filistin'le ilgili sözlerini aktarmak istiyorum. Sevgili seyirciler İstanbul'daysanız, Altunizade Kültür Merkezi'nde Senai Demirci'nin "Meşk ü Muhabbet" sohbetlerini takip ediniz. Bir dahaki toplantı 10 Şubat saat 20.00'de.

Duayla başladı;
"Ya Rabbi!
Kardeşlerimiz öldürülürken, evlerimizde hâlâ gülebilen bu dudaklarla sana dua ediyoruz.

Kardeşlerimizin evleri yıkılırken, gecenin karanlığına terkedilirken, şehit edilirken, sıcak yataklarımızda derin uykulara dalabilen bu bedenlerimizle huzurundayız.

Ateş kesmiş dudaklardan ateşkes dilenmekten bizi muhafaza eyle."
...

Şükür ki adımız Fatıma diye öldürülüyoruz. Şükür ki adımız Hasan, Hüseyin diye öldürülüyoruz. Şükür ki biz öldürülüyoruz, öldürenlerden olmuyoruz.

Tevbe Suresi'nde Allah, "Onlar canlarıyla, mallarıyla cenneti satın aldılar" buyuruyor. Müminin alış-verişi Allah iledir. Müşterisi Allah olan müminden canını ister Allah. Sahabeler bu alış-verişe ne kârlı bir iş diye bakmışlar.

Kendisi için can verilen bir din, bir inanç canlıdır. Uğrunda hayattan vazgeçilen bir din hayat doludur. Hala yaşıyor demektir.

"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak uğrunda ölen varsa vatandır." -Mithat Cemal Kuntay-

1918-22 yılları arasında İstiklal Savaş'ında tüm Türkiye'deki şehitlerin sayısı 9000'di.
Filistin için şimdiye kadar kazanılmış şehit (şehit kaybedilmez çünkü) sayısı 500.000.

Bu rakamlar M.Cemal Kuntay'ın beyitini daha iyi anlamayı sağlıyor gerçekten.

Arif Nihat Asya, "Ebu Cehil ölmedi, Ebu Leheb kıtalar dolaşıyor." derken, bugünü de anlatıyor.
Dünden bugüne değişen bir şey yok. Fakat bu çağda bizler "kanıksama" illetine yakalandık.

Buna çare olarak Efendimiz *sas'in "Allah'ım hayretimi arttır." diye duası var. Bizim hayretimiz artmıyor, alışıyoruz her şeye. Kabulleniyoruz.

Şehitler sadece diri değildir, diriltir de. 15 gündür krizi unuttuk mesela. İnfak etmeyi öğrendik, kendimizden oradaki kardeşlerimize göndermeye başladık.
şükretmemiz gerek bir şeyler de var.

Son olarak; Hz. Fatıma, Hz.Hüseyin'i katledenlere diyor ki, "Siz Hüseyin'in dünyasını mahvettiniz. Oysa ki o, sizin ahiretinizi mahvetti."

Senai Demirci'nin bu konulardaki daha derin duygularını kendi kaleminden okumak isteyenler için yazıları burda;

04 Ocak 2009

11 Ocak 2009

sakıncalı










bu listenin tamamında (317 ürün) kullandığım 11 ürün vardı, bu sayının azlığına şükrediyorum. 11 ürünün 8'ini bilmiyordum, 3'ünü ben seçmiyordum, vazgeçmek zor olmayacak. 6 yıldır zaten bunların çoğunu bilinçli olarak boykot ediyorum, bir kısmını da bilmeyip, zaten kullanmıyordum. microsoft olayını da ne yapacağız bilmiyorum.
bu da mimdi. mim paslama işini sevmedim ben, alan var almayan var. teklif yok isteyen alsın.

11 Ocak 2009 Pazar

estirikli

Bizim sınıfta birkaç tane hece defteri vardı, kişi başına bir tane değildi. Okumayı öğrenen bir sonrakine verirdi. Masrafa gerek yok diye mi düşünmüşlerdi artık bilemiyorum. Sıra bana da geldi tabi, aldım heyecanlı heyecanlı gittim eve, “anneeee öğretmen hece defterini bana verdi, hadi çalışalım” diye. Başladık çalışmaya. Cık okuyamıyorum Allah’ım! Abim çalıştırdı yok, teyzemin oğlu çalıştırdı yok. Annem biraz bezdi, neyse ilk gün daha deyip beni kendi halime bıraktı. Ondan sonrasını çok net hatırlıyorum. Beni oturma odasında yalnız bırakmışlardı, ben üzgün tabi, Allah’ım ben salaktım da bugün mü öğrenecektik bunu ailecek, diye. Sonra gözüm gazeteye ilişti, şöyle bi meylettim ona doğru. Koydum önüme, başladım manşetten sesli sesli okumaya. Bütün başlıkları okudum öyle. Annem içerden sesimi duymuş olacak, yüzünde bir şok ifadesiyle yanıma geldi. A a, okuyorsun, aaaa, aaaa! Şunu da oku bakıym, hadi bunu da, onu da…
Veee böylece bir günde okumayı sökmüş oldum ve hayatımda ilk okuduğum şey gazete oldu. O günden belli oldu yani gidişatım :)
Ertesi gün de hece defterini geri götürdüğümde öğretmen de şaşırdı, dün verdim daha ne çabuk diye.
……………
Çook eskilerden gazetelerin kuponla ansiklopedi verme huyu vardı. Halkın kültür seviyesine önem verildiği zamanlar olsa gerekti. Biz de Milliyet alırdık o zamanlar. Evde ne kadar ansiklopedi varsa Milliyet'in kuponlarıyla alınmıştı. Hatta bizzat ben gider, birikmiş kuponları götürüp bayiden alırdım cilt cilt. O zamanlar çocuklar dışarı gönderilirken korkulmazdı.
……………
Çocukluğum ansiklopedi okuyarak geçti. Gazeteyle başlangıç yaptım, ansiklopedilerle devam ettim. Hatta okuma bilmezken de ansiklopedilere büyük ilgim vardı, habire açar açar resimlerini incelerdim. Hala hafızamda kayıtlı o resimler. Hayvanlar alemini o şekilde tanıdım.

Şimdi esas konuya uçayım. 7-8 yaşlarımda bir gün yine Milliyet’in verdiği bir ansiklopediyi açmışım önüme okuyorum. İnsanın tarihini anlatıyor. Baktım baktım o kadar ilginçti ki, meğerse biz eskiden maymunmuşuz. Ana! Resmen resimlemiş nasıl dönüştüğümüzü. Maymun, sonra dikleşiyor, tüyleri dökülüyor, sonra biraz kıllı da kalsa bildiğin insan oluyor. Homo sapiensmişiz biz. Mutasyona uğramışız. Kafam allak bullak. Ama inandım yani, koca ansiklopedi yalan mı söyleyecek? Doğal seleksiyon yani, boru değil. Olsa olsa ben yanlış biliyorumdur. Bu durumda bilgilerimi gözden geçirmeliyim. Bi Hz.Adem vardı, ilk insandı, bi de Hz.Havva, insan soyu ikisinden meydana gelmişti. Hmmm, hangisi doğru acaba? Önce karar veremedim. Artık hem maymundan geldiğimize hem de Hz.Adem’e inanıyordum. Aklım bu mukayeseyi kaldırabilecek gibi değildi.


En sonunda ikisinin ortasını şöyle buldum. Evet insan maymundan gelmişti ve maymundan insana dönüşen ilk kişi Hz. Adem’di. Nasıl mantık ama?! Ne Darwin’i küstürüyor, ne de hakikate uzak duruyor. :) Valla şimdi düşününce, ben uzun bir süre bunun böyle olduğunu sandım.

Demek ki neymiş efendim, çocuklarımızın okuduğu şeyleri kontrol ediyormuşuz! Olur olmadık şeylerle kafalarını bulandırmalarını engelliyormuşuz. Ve çocukların çok merak edebilecekleri konuları biz onlara anlatıyormuşuz, anlaşıldı mı?!

Şu Milliyet’e de soracak hesabım var. Yemişim kültürünü, böyle ansiklopedi olmaz olsun. Bakın en önemli ayrıntıyı söylüyorum. Ansiklopedinin adı : Junior Larousse.
Çocuklar için özel hazırlanmış, daha tıfılken beyinlerine iyice yerleşsin istenmiş. Ne tuzak ama.

çerezler;
……………………
Gerçek hayat ekibine, gönderdiğim tenkit postasını yayınladıkları için teşekkür ediyorum. Sizi seviyorum :)
…………………

Bugün Praktiker’de Zeki Alasya’yı burnumun dibinde gördüm, bana hiçbir şey ifade etmedi. Ondan pek hoşlanmadığımı anladım.
…………………

Ankebut gitmiş, tatlı dil örümceği yuvasından çıkarır. (bkz. Bikaç alt post)
…………………

Dün gece “Allah’ım niyet ettim yatmaya” derken yakaladım kendimi. Ama olan oldu, dedim. Ne diyorum ben yaaa, derken de uyumuşum.
…………………

Condelezza Rice arsızı aynen şunu demiş; “Yüksek nüfus yoğunluğu bulunan bir bölgede sivilleri ayırmak zor. İsrailliler Hamas’la sivil halkı nasıl ayırsın?”
E lafı da gelmişken; “Kör kazıklara gelesin İsrail ve saz arkadaşları”
…………………

Son olarak, bencilliği şahsiyetlerini öldürmüş olanlara selam olsun, mutluluğunuzu başınıza çalınız efendim…

8 Ocak 2009 Perşembe

Ebru bana plates öğret

Ebru Şallı kadınsısı iyice bir iskeletora dönüşmüş. Gördükçe acıyorum vallahi. Her sabah bu ultra sağlıklı, ülkedeki meyvelerin %20’si tarafından tüketilen, aklını doğal yaşamla bozmuş arkadaşın programı var.
Ben de birkaç kez rastladım, her açtığımda plates yapıyordu. Kendisi benim platese ilgi duymamı sağlamıştır. Hatta ilk defa böyle egzersizlere ilgi duydum. Omurgayı güçlendiriyormuş, düzeltiyormuş. Bir de boyu uzatıyormuş ama Allah korusun, daha fazla uzayıp toplum standardından iyice kopmak istemiyorum.
Neyse efendim, bu Ebru kişisi baktım baya kaptırmış kendini buna, iyi de öğretiyor. Neyin ne işe yaradığını söylüyor, güler yüzlü, bi iyimser falan, kusur bulamıyorsunuz öyle şıp diye. Gerçi ben, “bu hareket karnımızdaki yağları yakacak, yok edecek” dediğinde gıcık oluyorum, “kadın kadın, ne yağı kalmış ki sende, kemikten ibaretsin daha neyin yağı” diye çemkiriyorum. Bu manken bozmalarının hepsi tedavilik… Bir de yayvan yayvan “çok güzeeeaallll” deyişi var, hadi ona da takılmayayım. Ama kıskançlık da beslemem kendisine, bir alıp veremediğim yoktur. Yakında minnet bile duyabilirim sırtımın ağrısı platesle geçerse.
Şimdi ben plates yapmak istiyorum deyince millet zayıflamak istediğimi sanıp üzerime atladı, deli misin sen, senin yemen lazım deyu.
Yaw kardeşim hem yer hem yaparım, zaten paradoksal bi yapım var, ben bu platesi genelde kahvaltı yaparken, oh şunu da yiyeyim, hani reçelim hani peynirim modunda izliyorum. Maksadım zayıflamak değil sağlıklı olmak. Bakınız ne kadar sağlığıma düşkün imajı veriyorum, aferin bana. Hem bu plates bana spor gibi de gelmiyor, bildiğin faydalı egzersizler bütünü.
Öhüm öhüm bu kadar konuştum da nedir durumum, açıklıyorum. Ben aslında henüz bu işe heves etmiş, içimdeki maymunun iştahının yine kabarması sonucu bunları yazmış bulunuyorum. Aslında Şallı insansısını toplasan üç defa izlememiş olabilirim. Peki uygulama ne kadar, eüü… bir.
Olsun bana çok şey öğretti o bir. Bu sabah yapayım dedim. Yalnızdım, odamdaydım, sessizdi. Ve sessizlik şu seslerle bozuldu; katırrrt, kütürrrttt, tik, tak, ta-tak-tak ve hııaahh.
Ayy nasıl haz aldım, kemiklerim birbirine mi geçmiş ne. Uzun boyun cefası, eğilmek zorunda olduğum çok oluyor. Sanırım omurgam muzdarip olmuş olabilir. Bi rahatladım bi rahatladım.
Devam edeceğim mutlaka, yani bi süre, bende bu işler belli olmaz ama olsun.

BU ARADA KAHROLASICA İSRAİL, HEP AKLIMIZDASIN...

7 Ocak 2009 Çarşamba

Bir Avuç Firavun

Yine mim, bu sefer Filistin. Tereddütsüz kabul. Ama düşünceler çok kabarık.
2002’de Filistinli küçük kızın haykırışı kulaklarımda;

“Her sabah çocuklarını öpen babalar!
UTANIN! UTANIN! UTANIN!”

Hala hiçbir şey yokmuş gibi davranan herkes, elini açıp dua etmekten aciz herkes, televizyonu kapatınca duygusu biten herkes, utanın, utanın, utanın…

2002’den bu yana aslında Filistin’de hep aynı manzara vardı, peki aklımız nerdeydi?

Artık bir şeyleri görme vaktidir, dünyanın lunapark olmadığını anlama vaktidir.

İsrailoğulları tarih boyunca her sığındığı memleketten kovulmuştur. Her yerde tatsızlık, arsızlık çıkarmış bir milletin hiç değişmeyen ve büyümeyen şımarık çocukları olmuşlardır.
İspanya’dan da kovulduklarında Osmanlı onları himaye etmiştir. Ne diye ettiyse böyle nankör bir milleti, illa ki vardır bir hikmeti. İçtiği kaba pisleme en bariz özelliklerinden olan İsrailoğulları, bugün Türkiye’ye kafa tutuyor, Filistin konusunda İsrail’i kınadığı için.
Başbakanın cevabı ise gediğe oturtulan taşlardandı; “Biz kovulduğunuz zaman, dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan Osmanlı'nın torunu olarak konuşuyoruz. Sıradan bir ülkenin lideri olarak konuşmuyoruz"

Daha 100 yıl öncesinde Osmanlı sınırları içinde olan Filistin, bugün bir avuç soyu bozuğun dünyanın en büyük vahşetini sergilediği sahne halinde.
Sadece bir asır önce bizim için, Kayseri’den, Adana’dan bir farkı olmayan Filistin, bugün dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumda. Etrafı duvarlarla örülü bir toplama kampı..
Filistin bizdendir, biz de Filistin’deniz. Sanki elin ülkesiymiş gibi algılanmasının sonu gelmeli artık. Ama yazık ki yüreği kıt, duygu kabızı bir kısım türk medyası iğrenç ruhlarını yansıtmaya çekinmiyor. Hangisini saysak;

• TRT'nin ilk günkü yayınında "Hamas'ın füze saldırısına misilleme olarak İsrail'in Hamas mevzilerini vurmaya çalışırken sivilleri de vurmak zorunda kalışını mı?
• Sedat Laçiner'in sorunun kökeninde Hamas'ın olduğu ve çözümün Hamas'ın siyaset sahnesinden tamamen ortadan kaldırılmasıyla gelebileceği kehanetlerini mi?
• Zaman gazetesinden Ahmet Turan Alkan'ın Esad'ın gerçekleştirdiği Hama katliamına kadar geri giderek, eğer İhvan'ın çağrısı olmasaydı Esad bu katliamı gerçekleştirmeyecekti minvalli "İslami terör"e vurgu yapan satırlarını mı?
• Yine Zaman'dan, uzmanlığını İsrail basınını takibe borçlu Fikret Ertan'ın "soğukkanlı" yorumlar eşliğinde (üstelik yazısının sonuna tarafsız bir siyasi tahlil yapmaya çalıştığı şerhi düşerek) İsrail'in bu saldırıyı yapmak zorunda olduğunu -insanın kanını dondururcasına sakin bir edayla- anlatışını mı?
• Fatih Çekirge'nin Hamas militanlarının bebekleri havaya kaldıran görüntülerinden (sıkılıp bıktığını) iğrendiğini belirten ve "Ölmeyi bile bilmiyorsunuz; ölmeyi bilmeyen nasıl savaş kazanır…" diyerek içindeki İslam düşmanlığını salyalar eşliğinde akıttığı satırlarını mı?

Kime yaranmaya çalıştıkları belli. Ama hiçbir şeyin farkında olmadıkları da belli.
Dünyada batı uygarlığı kadar pahalıya mal olan bir uygarlık var olmamıştır. Amerika, 4 ırkın 3’ünü mahvetmiştir.
Önce Kızılderilileri yok etti, bugün müzelik birkaç sayılı kişi kaldı ki, nesillerinin artma imkanı yok.
Siyahları köleleştirdi. Tüm Afrika’yı köle edindi, koca bir ırkın özgüvenini yerle bir etti.
Sarıları sömürdü, Çin’i, Hindistan’ı ve daha nicesini..
Dünya ekonomisinin yarısı Amerika’nın elinde. %25’ini kendi ülkesinde, %25’ini diğer ülkelerde tüketiyor.
Batı medeniyeti sanayi devriminden sonra, teknolojiyi geliştirip, üretim yaparken bir yandan da doğal dengeyi bozdu, buzullar eridi, küresel ısınma, üstüne sos niyetine küresel kriz çıktı.

Tüm dünyayı böylesine sömürmüş, böylesine harcamış, böylesine babasının malı gibi efelene efelene kullanmış batının fünyesi de İsrail’dir. Bu yüzden bu bir avuç, 6 milyonluk İsrail, bu kadar şımarabilmiş, bu kadar gözü dönmüştür.
Şimdi bu kadar arkası büyük bir vahşette, neden dünya sessiz kalıyor daha nettir herhalde.
Hep diyorum, İsrail’i durdurmak mümkün değil, yarın duracak, 2 yıl sonra yine başlayacak, hep olduğu gibi. O yüzden aldanmamalı ey halk, durursa bu zulüm, bitmiş değil, ara verilmiştir.
Tek çözüm inananların birlik olması, İslam dünyasının özbenliğine dönmesidir.

Dün Başbakan, Başbakanlık Acil Durum Genel Müdürlüğü tarafından açılan hesap numaralarını verdi. Kim olduğun fark etmez, bir lirayla da olsa senin de katkın olmalı. Elimden bir şey gelmez, bedduadan başka, demekten öteye geç artık.

Ziraat Bankası Aşağı Ayrancı Şubesi'nde 5555 555 nolu hesap.
Türkiye Halk Bankası Bakanlıklar Şubesi 05 00000 5 numaralı hesap.
Vakıflar Bankası Finans Market Şubesi 205 5555 numaralı hesap.

Bir de, boykot devlet boyutunda olmadıkça belki çözüme götürmeyecek ama bari vicdanını temizlemek için İsrail ürünlerini boykot et, göreceksin ki, yaşam şartların devam arz edebilecek, ölmeyeceksin.
İlla Filistin’e gidip savaşmayacağız herhalde, ama tarafımız belli olsun, fiillerimiz hissimizi yansıtsın, dille beden aynı şeyi söylesin, uyansın akıllarımız.

Son bir nükte, Musa as kıssasından haberdar olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklar.
Musa as İsrailoğullarını arz-ı mev’uda (vaat edilmiş topraklar) götürürken yolda Amâlika diye çok güçlü bir kavme rastlarlar ve yola devam edebilmek için onlarla savaşmaları gerekmektedir. Ancak kendileri için Kızıldeniz’i yaran, gökten türlü nimet indiren Allah’a nankörlükte ileri gitmiş İsrailoğulları, Musa as’a “Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada oturacağız!” (Maide Suresi, 24) demişlerdir.

Şimdi elimizden bir şey gelmez diyenler ve hatta Allah’ım sen onlara yardım et demekten başka bir şey yapmayanlar düşünsünler. Bu tavrın, “Allah’ım sen onları hallet, biz sonra belki gelir, bir şeyler yaparız” demekten ne farkı var?

edit not; mimi de kim isterse alsın, bence bunu okuyan herkes alsın.

6 Ocak 2009 Salı

Ankebut

Sevgili örümcek,
Baktım yine gelmişsin. Valla iki gün bakmasam hemen bitiveriyorsun orda burada.
E ne diyeyim hoş gelmişsin. Anlaşılan bu kovalamacadan bana kurtuluş yok.
Başkası olsa şu evini hemen başına geçirirdi.
Ben bugün daha merhametliyim.Bak örümcek evini sana bağışlıyorum.
Daha doğrusu sana mühlet veriyorum, üç gün sonra yine geleceğim, hala burada olursan o zaman iş değişir bak, benden söylemesi.
Dünyanın en zayıf evi seninki, bilmiyorum sanma, hem de tescilli.
İstesem püf derim yıkılır.Ama hatırın var, bir fincan kahvenin kırk yıl hatrı olması gibi, senin de kıyamete kadar hatrın var.
Acziyetteki kudret senin olayın. İncecik ağdaki hikmet senin farkın.
Sakladığının hürmetine evine dokunmuyorum bugün. Ama sen de beni anla üçüncü gün bunu yapmak zorundayım.Zira seni görenler beni pasaklı bilecekler. Ama değilim, bunu da söyletemem, üzgünüm.
Kim nerden bilsin aramızda bir dialog olduğunu?
Kime de anlatılır ki bu?
Neyse sevgili örümcek, geldiğimde evde olma e mi?

edit not: bu aralar uğrayan zehirli örümcek üstüne alınmasın, bu örümcek başka.

4 Ocak 2009 Pazar

mimi mini hanım

gözüm aydın mimlenmişim. zaten ne zaman bişeyi kurcalasam, sorgulasam başıma gelir.
yani derdim, bu mim işi güzel de ilk kim çıkarmış bunu? maksadı neymiş? falan derken ilk mim böcük'ten geldi. teşekkürler böcük. ne tatlı isim ya, böcük, böcük.. :)

aslında aklımda başka şeyler vardı yazacak ama bu durumda erteleyebilirim.
önce paslarımı atayım sonra yazayım;
birikim , breda ve kuzey ve defter. güle güle yazın efendim :)

20 tane, yine, acaba kim başlattı bunu, cevapları kimi tatmin edecek, ben de mi gönderecem, kime göndersem, aman ne suyunu sıkıyosun, adamı yolladığına pişman etme de yaz dedirten sorular silsilesi. here we go;

1. En sevdiğiniz kelime nedir?
- benim gibi çok konuşan birine zor bir soru. genel bişi dersem, osmanlıca kelimeleri, yabancı kelimeleri severim.

2. En nefret ettiğiniz kelime nedir?
- kesinlikle şu; "aşkıııııımm". böööüüğğ!

3. Sizi ne heyecanlandırır?
-ilkler.

4. Heyecanınızı ne öldürür?
-ikinciler :)
şimdi kastedilen heyecan sevinç, coşku gibi hallerse, karşımda kütüğün teki varsa ölür tabi heyecan helecan.

5. En sevdiğiniz ses nedir?
-su sesi, yağmur sesi, gülşah'ın sesi :) (kimse kim canım)

6. Nefret ettiğiniz ses nedir?
-kesinlikle otobüs, kamyon sesi. tepem atınca çığlık atıyorum yanımdan geçerken.

7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
-böcükle fikirdaşım. dişçi olmak istemezdim, milletin çürük dişleriyle uğraşamazdım herhalde. ama iyi ki varlar, bana çok faydaları dokunmuştur.
ben bi de doktor olmayı hiç istemezdim. çok ince, çok veballi, çok sabır gerektiren bir meslek ve gerçekten kendilerine en çok dua ettiğim zümre.

8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
-hmm doğal yetenek, yani öyle psişik değil. o zaman sesimin güzel olmasını isterdim, konuşurken ses tonumu çok seviyorum da şarkı söylerken ı-ıh, ama isterdim.

9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
-bunun cevabı yıllardır belli. kesinlikle toprak olmak isterdim... bilen bilir.

10. Nerede yaşamak isterdiniz?
-sadece deniz gören bir evde. ama mutlaka İstanbul'da.

11. En önemli kusurunuz nedir?
-ayy beş dakika düşündüm bulamadım. :D hehe

12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?

- o ne ayol. otokontrolümü kötü huylardan keyif almamaya ayarladım ben.
yine düşündüm beş dakika, hakikaten aksini yansıtan bi şey bulamadım. bizde yalan olmez!

13. Kahramanınız kim?
-bu bana özel, şimdi sallamasyon yapmayayım.
ama içimde masumiyetin ve gerçekliğin en küçük ve kocaman bir kahramanı var, "Küçük Prens" :))

14. En çok kullandığınız küfür nedir?
-öhüm öhüm :) yok ya benim ağzıma yakışmıyor küfür. ben kendimi küfrederken hayal bile edemiyorum.
en sinirlendiğimde lan demeye başlayabiliyorum, o var. onun dışında gerzek, embesil, idyot dediğim olur, küfür sayılırsa.

15. Şu anki ruh haliniz nasıl?
-iyidir dostum, sen nasılsın?

16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
-hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun :P
aslında başlayınca uzun oluyor benimkiler ama, özetlemekte de iyi sayılırım;
"ölmekten korkmayacağın bir hayat yaşa"

17. Mutluluk rüyanız nedir?
-bi gün, artık ölebilirim diyeceğim zamanı yaşamak. şimdilik rüya bakalım, gerçek olması da dua.

18. Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
-elindekinin kıymetini bilmeyip, fazlasını istemek.

19. Nasıl ölmek istersiniz?
-dedim ya, genç :) Kâbe'de...

20. Öldüğünüzde cennete giderseniz Allah'ın size kapıda ne söylemesini istersiniz?
-Hoşgeldin kulum! Selam olsun!



...

e be abi, bi gün sana evire çevire pata küte dalmak istiyorum.
bilinçaltını açıp seni baykuşa çevirmek istiyorum, olmadı karınca yiyen yapmak istiyorum senden.
tutmuş gerçek hayat'ımın sayfasını koparıp tırnak kesmiş, var mı böyle bi herif ya!
Allaaahm biz bu adamla ayrı dünyaların insanlarıyken aynı ev... cık cıks.
göstericem ben ona. terapi sözüm vardı nasılsa, nihahahaha!!

3 Ocak 2009 Cumartesi

...


bu resmin kendisi için bir mânâsı olabilecek, burda olmasının sebebini anlayabilecek tek kişiye sevgilerle... ey derviş, uğra birara.

1 Ocak 2009 Perşembe

şehid şeyh ahmed yasin'in ümmete mektubu

"Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
Allah'ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;
"Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü'min kullarına yardım et!" diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
"Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!"
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz.
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah'ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!
Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah'ım!
Sana şikâyette bulunuyorum...
Sana şikâyette bulunuyorum...
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.
Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah'ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz..."
Eylül 2003

ŞEHİD Şeyh Yasin

buyrun efendim



eskiden müzik ve resim arşivimi paylaşmama gibi bi takıntım vardı.
emek yani onları öyle biriktirmek, 40 gb'lara ulaştırmak, ne diye dağıtayım elaleme.
sonra bu blog işi olunca, bi baktım msn'de, face'te, orda burda millet benim koyduğum resimleri avatar yapmış, bloguna koyanlar falan. kızdım tabi. sonra aamaan dedim, nolcek ya üç günlük dünya, sanki telifi bende, kim oluyorum yani.
o yüzden şimdi, seveni bol bi müziği veriyorum burdan.
ama sanılmasın ki dağıtıyorum her şeyi, eşref saati...

not: niye havai fişeklere hep bakası gelir insanın?